16 Mart 2020 Pazartesi

Oğlum

Sen doğunca sana anı olsun diye başlığını açıp aylarca boş bıraktığım bu sayfa,
Bir yaşını doldurdun ve berbat bir gidişatı olan bir dünyaya doğdun canım oğlum. Sana olan sevgimi anlatacak hiçbir kelime bulamıyordum tarifi olmayan bir duygu diyordum anneliği tarif ederken arkadaşlara!Sibirya ormanları ve Amazon ormanlarında çıkan yangınlar binlerce hektar ormanı küle çevirdi , Rusya Nyonoksa da nükleer kaza, Uçak kazasında feci şekilde can veren insanlar , İnsan hayatını tehdit eden COVID-19 virus salgını ve daha niceleri... Yıllar sonra doğdugun yılı olur da internette aramak istersen bu gibi haberlerle karşılacaksın. Şu anda bilgisayarımın ekranında tam olarak 15 Mart 2020 ve saat gece 10'u gösteriyor. Sen uyuyorsun ve binlerce yaşamı tehdit eden bir virüs ile başa çıkamayan bir dünyaya doğduğundan haberin bile olmadan en güzel masum halinle mışıl mışıl uyuyorsun. Çoktandır yazı yazmayı bırakmıştım ama son zamanlarda yaşanan felaketler, salgınlar, savaşlar derken en son bir Anne with E diye bir diziyi izlerken buldum kendimi o dizi de öksüz bir çocuğun 16 yaşındayken ölmüş anne ve babasına dair bir izin peşinden gittiği ve annesine ait bir defter bulduğunda kendini tamam hissettiği bir sahneye denk geldim. Seni yarım bırakamam oğlum! Ölüm düşüncesi asla korkutmazdı öncesinde doğanın kanunu doğar yaşar ölürüz zamanı geldiğinde derdim. Sonra sen geldin, seni yalnız bırakma korkusu, tek başına kalman, kimsesiz kalman benim adımı bile bilmeden sana duyduğum sevginin birazını bile hissedememen  korkusu içime yerleşiverdi. Sen benim parçamsın oğlum! Annenin kanında bebek doğduktan sonra bile bebeğe ait DNA lar dolaşmaya devam edermiş! Biz biriz oğlum, sen benim içimi dışımı bil! En gizlimi, en uzağımı bil en yakınım ol canım oğlum! Birlikte gülelim, korktuğunda bana sarıl, acıktığında ağzını şapırdatıp en tatlı halinle yemek iste , oyunlar oynayalım, düşelim ve tekrar ayağa kalkalım elele! Sen sağlıkla huzurla mutlu birine dönüşürken ben seninle daha sabırlı, daha ılımlı, daha insan birine dönüşeyim! Sen sabahları uyanıp en tatlı halinle Anne de ve ben sana koşayım. Sana doya doya sarılıp uyuyayım! Kokun cennet kokusu oğlum! Koklarken içime çekişimi görsen deli bu kadın dersin! Sankı cenneti çekiyorum içime! Kokunda binbir duygu binbir tat var işte! Senden sonra reklam filmlerine ağlayan birine dönüştüm. Çünkü herşeyi tükettiğimiz şu dünyada seninle geçirdiğim günlerin de birgün biteceği korkusu gördüğüm herşeyle gözlerime dolup akıyor! Ahh şu kahrolası dünya, masum güzel yavrulara birşey olmasın! Ayağına taş değmesin oğlum! Dua ederken Allah'ım diyorum yavrumu bana, beni ona bağışla! Rabbim diyorum ne olur onu büyütmeme izin ver! Kimseye muhtaç olmasın, eğilmesin, bükülmesin, incinmesin! Ama oldu ki duam kabul olmadı bil istedim,

Sen doğalı 13 ay oldu ve 9 ay karnımda taşıdım seni, her anını sevdim oğlum! İlk başlarda tecrübesizdim yüreğimi neyle dolduracağımı bilemedim, yoruldum geceleri uyandım böyle mi sürecek dedim, bazen anne olduğumu unuttum bazen annelik zormuş dedim sonra bir baktım yüreğimde sana duyduğum sevgiden başkasına yer kalmamış , bütün gecelerimi sana veda etmeye hazırım. Nasıl bilecem bebek ne zaman acıkıyor ya uyandığını duymazsam diyordum! Sanki seni bana beni sana bağlayan görünmez bir hat varmış meğerse aramızda, sen daha uyanmadan önce hisseder uyanırdım! Hamileyken doktor yemek yedikten sonra daha fazla tekmeleyip tekmelemediğini sorardı, sen tersine sadece açken tekme atardın normalde hep sakindin! Doğdun sadece açken ve uykusuzken sinirliydin diğer zamanlarda pamuk şeker! Armut dibine düşermiş! Daha 7-8 aylıktan beri şakacı bir çocuksun eğer şakalaşmak istersen yüzünü komik bir hale getiriyorsun yada bilerek yüzümü, burnumu ısırıp gülüyorsun sahi sen daha bu yaşında insanı bu kadar mutlu etmeyi nerden biliyorsun? Çok iştahlısın oğlum herşeyi çok seviyorsun herşeyi çok güzel yiyorsun! Seni yemek yerken izlemek çok eğlendiriyor hem beni hem babanı! Müzik dinlemeyi ve dans etmeyi çok seviyorsun! Birlikte dans ediyoruz seninle! Bazen evde saklanbaç oynuyoruz ben kaçıyorum sen kovalıyorsun , sen kaçıyorsun benim gözlerime doluyor senin yaşam sevincin! Seni çok seviyorum! Aşkım, oğlum, canım, bebeğim diyorum ve herbirini içini doldura doldura söylüyorum! Türkçe öğretiyorum ve hep Türkçe konuşuyorum seninle ve sen de Türkçe kelimeleri öğreniyorsun! Enne, Enneeeee , Enneeeeee diye sesleniyorsun bazen uyandığında! Bunu duymak, senin gibi mutlu güzel sağlıklı bir çocuğun annesi olmak dünyanın en büyük zenginliği! Şarkı olsan binlerce yıl dinlerdim oğlum seni! Bıkılmaz senden! Sen bazen düşüyorsun! Nadiren ağlıyorsun! Sadece canın gerçekten yandığında! Şimdiden bu kadar güçlü ve olgun olman beni gururlandırıyor! O ağladığın nadir zamanlarda içimden şu geçiyor : Senin için ölürüm! Sana kurban olurum! Bu kelimeyi bugüne kadar çok yavan ve ortadoğulu bulurdum! Eski bir hikaye var Anne yavrusunun sevdiğine kavuşması için kalbini kesip götürüp krala vermesini kabul eder oğlu yolda aceleyle giderken ayağı takılır yere düşer annenin kalbinden Oğlum bir yerin acıdı mı diye ses gelir! Yok artık ananas! derdim ama hikayenin bu tarafında durduğunda hergün o gögsünden kalbının çıkarılıp oğlunun mutluluğu için canını feda eden anneyi nasıl da anlıyor insan! Ne garip bir makine şu insan İçine ekmek, şarap, balık, turp koyuyorsun İç çekmeleri, gülüşler ve düşler çıkıyor der yazar Nicos Kazancakis! Bir de anneyi düşün sen! Ne garip bir makine şu kadın içine bir bebek koyuyorsun, sevgi, aşk , korku ve endişe ve nice başka duygu çıkıyor!
Sen çok değerlisin, çok önemlisin, çok güzelsin, çok özelsin oğlum! Kimin ne dediğinin biri önemli değil kendi değerini kendin belirle! Senin mutlu bir insan olarak büyümeni, insanlığa faydalı, doğru düzgün, dürüst, güvenilir, mutlu biri olmanı dilerim! gözlerinin ışığı, saçının ışıltısı hiç solmasın! Allah seni doğru insanlarla karşılaştırsın!  Çok sev ve sevil! Ama önce kendini sev sonra tüm insanlığı!  Arada da anneni hatırla oğlum! Öyle üzüntüyle değil ama! Yaşasaydı çok çılgın kadınmış, birlikte nice maceralara atılırmışız, güzel anılar biriktirirmişiz diye an!   Üst iki dişin ve alt iki dişin çıktı bu arada, üst iki dişin ayrık ve güldüğünde yüzün o kadar tatlı oluyor ki! seni sıkı sıkı sarıp öpe sarıla sevgimle bunaltıyorum! Sen bunaldığında sağa yada sola kıvırıp kendini benden kurtarıp oyuncaklarına dönüyorsun! Benim başka birşeyle ilgilenmem durumunda ise ne yapıp edip ilgimi kendine çekmeye çalışıyorsun! Önce oyuncaklarını getirip oyun teklif ediyorsun, sonra camı kapıyı rastgele duvardaki resmi gösterim uzun uzun tasvir etmemi istiyorsun hiç olmadı bağırıp şikayetlenip en son enne diyorsun! Senin bu bir yaşındaki bu haylaz, sevimli halini hafızamda tekrar tekrar oynatıyorum! Seni sevimli ve tatlı bulan birtek de ben değilim üstelik! Yolda markette durdurup ne kadar güzel, ne kadar mutlu bir çocuk olduğunu söylüyor insanlar! Eskiden görüntülü konuşmalarımda anneannenle ve teyzenle yada dayılarınla uzun uzun konuşurken şimdi sürekli seni görmek istiyorlar! Pamiri göster, Pamiri öp bizim yerimize, Pamire sarıl! Çok özledik! Çok güzel gülüyor, çok güzel yürüyor! Ahh bir insan evladı bu kadar  müthiş duyguları koca koca insanlara bu kadar boyuyla nasıl hissetirebiliyor! İşte böyle güzel bir çocuksun sen Pamirim! Adınla bahtıyar yaşa oğlum! Genç bir kızken regl sancılarından çok usanmış ve birkez çocuğum olmasa da şu acıyı çekmesem demiştim. Sen doğduktan sonra sıklıkla bu saçma duamı hatırlayıp af diledim! Ne aptalmışım! Ya seni hiç tanımasaydım, ya kalbim sana duyduğum sevgiyle dolup taşmasaydı, ya beni değiştirip, dönüştürmeseydin! Düşünmesi ne acı! 

Babanı seviyorum ama seni bana verdikten sonra onu daha da çok sevdim! Sana giden yolu ören adam teşekkür ederim! İkinize veda etmek düşüncesi ağlatıyor ama oğlumuza iyi bakacağına eminim! Ona beni anlat Ruslan, onu çok seven çılgın annesini! daha doğmadan yoldan geçen kızlara bakıp kendine gelin seçen, onun için bir gelecek hayal eden, doğanın katledildiği bir dünyada ona sürdürülebilir bir ekolojik çiflik bırakma hayalimden bahset, onu sev ikimiz için de sev ve kimsenin incitmesine izin verme yoksa kalbim iki kere yerinden sökülür!

Oğlum sana bir albüm bıraktım! İçinde ailemizin resimleri var! Onlara bak beni özlediğinde! İçine seninle ilgili yazdıklarımızı oku! Sevginin binbir çeşidi vardır! Kimi seversen sev ona kıymet ver! Ne zaman canın yansa geçeceğine inan sabret ve vazgeçme!  Kimseye zarar verme kimsenin de sana zarar vermesine izin verme! Haksızlık etme haksızlığa karşı susma! Doğru duvar yıkılmaz derdi annem! Anneanneni ziyaret edin! Onun kadar kalbi güzel bir insan daha tanımamışsındır! Yaşlılıkta bile güzel olduğunu söyle ona! Duymuyorsa da söyle anlamıyorsa da! Hem Türkçe'yi hem Rusça'yı hem İngilizce'yi iyi öğren! Annenin güldüğü şakalara gül! Babanın dinlediği şarkılarla müzik yap! En az bir müzik aletini çalmayı öğren ve en az bir spor dalında iyi ol! Tabi bunları sadece seni mutlu ediyorlarsa yap! İnsanlardan hem en kötüsünü hem de hiçbirşey beklememeyi öğren! İyilik yaptığında sadece doğru olan ahlakı olan iyilik olduğu için yap karşılık bekleme, teşekkür bekleme! Unutma ne verirsen elinle o gelir eline ( Anneannen çok söylerdi).

Varlığına binlerce şükür sebebim oğlum! Çok sevildin! Allah'ım seni ve babanı korusun! Birbirinize tutunun!  

Sizi seviyorum!
                                                                                           ENNE WITH E :)

12 Eylül 2018 Çarşamba

BABA (!)


Bu yazıyı kaleme almak için uzun uzun düşündüm.  33 yıl kadar… Bazen çok daha gam, keder, dram, acı, ızdırap dolu HAYATLARIN olduğuna, muhtemelen (çok şükür!) bizim durumumuzun bir Yaprak Dökümü hikayesi kadar vahim yâda bir Yeşilçam filmi kadar acıklı olmadığına inandığım, bazen geçmişe sünger çekebildiğimize inandığım için bazen de şu anki durumuma şükretmem gerektiğine inandığım için.  Bugün 33 yaşında artık kendi çocuğumu karnımda taşırken yaşadığım şeyler aklıma iki şeyi getirdi: Benim ve kardeşlerimin hayatının Yeşilçam filmlerinde yâda gündüz kuşağı kadın programlarında gösterilen hayatlardan hiçbir farkı yoktu; Eğer birine anlatmazsam çaresizlik duygusu içinde eriyip gidecek gibiydim.
Bugün 33 yaşında kalbimde tüm heyecanınla seni beklemekteyim oğlum. Anne olmaya hazır mıyım bilmiyorum ama bildiğim şey daha şimdiden seni çok sevdiğim ve seni kaybetme korkusunun tüm korkuların üstünde olduğu…   Bir filmde duymuştum: Her anne baba çocuklarının hayatını o veya bu şekilde mahveder. Mesele ne ölçüde mahvettiklerinde diye! 
Senin hayatında böyle kötü bir etki yapabileceğim düşüncesi bile korkunç ama şu hayatta öğrendiğim bir şey varsa korkularımızla yüzleşmemiz gerektiği! O sebeple sana bu korkuların kaynağını anlatacağım uzun uzadıya… Böylece benim ayakkabılarımı giyerek belki çocukluğumda gençliğimde ve hatta yetişkinliğimde yürüdüğüm o yolları yürüyebileceksin. Kimi zaman isyan edeceksin kimi zaman inanmak istemeyeceksin kimi zaman ne kadar şanslı olduğuna şükredeceksin ve her şeyden önemlisi beni anlamaya başlayacaksın.

Bölüm I
En eski anılar
Çocukluğuma dair hatırlayabildiğim en eski anılarla başlamadan önce biraz geriye gitmem gerekiyor. Anneannen ve Deden çok genç yaşta evlenmişler. Annem 18 ve Babam 19 imiş. Her şey için çok toy bir yaş hele de evlenip çocuk sahibi olmak için. Eğer evlenip çocuk sahibi olmak için belli şartlar aranıyor ve kriterleri olmuş olsaydı onlar kesinlikle elenirlerdi. Annem teyzen ve dayını kucağına aldığında 19 yaşında ve babam ise 20. Annem nasıl bir basiret bağlanması yaşamış nasıl bir akıl tutulması yaşamış bilmiyorum ama bu işsiz, kaba saba ve daha nişanlılık döneminde bile baskıcı bu adamla evlenmeye karar vermiş. Anneanneni tanıyacaksın, herkesi sevebilecek kadar güzel yürekli, temiz kalpli ama bu kadarı onun için bile fazlaymış anlayacağın. İlk çocuklardan 5 yıl sonra… Plansız programsız dünyaya gelişim. Annemin deyişiyle dünyaya kaçak giriş yapmışım. Elbette hatırlayabildiğim en erken anım bu değil. Hatırladığım bir göz odada yanan soba ateşi önünde oturan 4 yada 5 yaşlarında kıvırcık saçlı kara gözlü bir kız çocuğu. Sobada kızaran patateslerin mutfakta annesinin hazırladığı sessiz yemeklerin tatlı kokusuna karışıyor. Televizyonun önünde yerde bir eski minderde oturmuş tüm masumiyeti ile sessizce Susam Sokağının tadını çıkarmaya çalışıyor. Susam Sokağı 80lerin hatta 90ların bile çok önemli çocuk programlarından. O çocuk hiç ses yapmadan annesinin sobada pişirdiği patatesten bir ısırık alırken yine sessizlik içinde ve karanlıkta oturmalı çünkü yaşadıkları ev bir tek odadan ibaret ve babası geceleri görev yapıp gündüzleri uyuyan ve biraz sinirli bir polis memuru. O kız çocuğu henüz 4 yaşındayken öğrenmek zorunda kalıyor yemek yemenin, bir çizgi filmi izlemenin ve hatta gözyaşı dökmenin bile sessiz eylemler olabileceğini… Kız çocuğu duvara fırın ve fırının içinde kurabiye şekli çizilen sahnede birden fırının ve kurabiyelerin gerçeğe dönüşmesine inanamıyor heyecanlanıp bir an sesli sesli gülmeye başlıyor. Annesi hemen onu susturmak için kulağına eğilip: Yavrun baban uyanırsa bize kızar diyor. Sonraki anılarından ve tüm yaşamından edindiği bir ders varsa babası sadece kızmaz, eline ne geçerse onunla döver, bağırır, hakaret eder…



Altına işeyen çocuklar ve onların karabasanları

Çocukluğuma dair hatırlayabildiğim en eski ikinci anım diğer bütün anılarım gibi biliyorum. Sevgi, nefret, dram, gözyaşı… Anne, bahsettiğin Yeşilçam filmlerine benziyor daha şimdiden dediğini duyar gibiyim. Ne yazık ki kötü karakterin esiri olduğunu fark edememiş karakterlerin hayatının anlatıldığı bir Türk filminde yaşadığımızı fark etmeden onca yıl o filmlere üzülüp ağlamış olmak hayatın ironisi olmalı. Sofinin Dünyası kitabında olduğu gibi benim de belki kitabın sonunda değil ama ömrün yarısına geldiğimde o kitabın kahramanı olduğumu kitabı okurken fark etmiş olmam hiçbir şey değilse trajikomik. Ablam ve abim ilkokula giderken ben onların okula gittiği saate erkenden kalkarak çocuk kuşağında ne varsa hatim ediyorum. Bir çocuğun asli görevleri nelerse onları yerine getiriyorum; kahvaltı ediyorum, çizgi filmlerimi izleyip arkadaşlarımla kapının önünde oynuyorum, sonra büyümek gerek bolca uyuyorum ama diğer çocuklardan farklı olarak hep aynı karabasanı görüyorum ve her kalktığımda altıma işemiş oluyorum. Düşün 5 yada 6 yaşlarında bir çocuk hala altına işiyor ve kimse bu işte bir tuhaflık görmüyor daha doğrusu annem kafasına yediği dayak darbelerinden olsa gerek sürekli sersem ve ürkek, babam ise (babam demek bugün bile acıtıyor) babam işte. Zaten o rüyalardaki karabasandı babam. Çok yıllar sonra bir ruh doktoru tespitiyle hatırlanan koca kara çirkin bir kabus…


Pınar

En erken çocukluk anılarım her zaman çok çok kötü değil. Bazen kötü ve komik. Pınar benim hatırlayabildiğim en eski arkadaşım. Bize kıyasla hali vakti yerinde, sarı iki taraftan örgülü saçları, kocaman göbeği bugün bile gözümün önüne geliyor. Şeker mi şeker kibar mı kibar bir kızcağız. O yaşımda onun benim gibi altına işemediğine, geceleri karabasan görmediğine eminim. Zaten ne zaman evlerine gitsek dilediğimiz gibi gürültü yapıp oynayabiliyoruz, çok güzel oyuncakları var onun. Onun odası pembe renklerle döşenmiş benim ve tüm ailemin uyuduğu tek oda ise gündüzleri babam geceleri biz uyuduğumuzdan neredeyse hep karanlık… O oyuncak bebeklerinden bahsediyor ben ise annemle babamın boşanma ihtimalinden ve bitmek bilmeyen kavgalardan. Yine böyle oynadığımız bir gün aklıma piknik fikri geliyor. Piknik yapalım diyorum, herkes evden getirebildiğini getirsin sonra apartmanın giriş katında örtümüzü serip piknik yapalım. Dakikalar içinde piknik malzemelerimiz ve örtümüz hazır, onun getirdiklerinin tamamını hatırlayamamakla birlikte çocuk standartlarımda kuş sütü hariç her şeyin olduğuna eminim, benim zeytinim ve ekmeğim var önümde bir tek bir de neden bilmiyorum kırık sandalyeden çıkan bir demir ayak.  Büyük bir iştahla onun yemeklerini yemeye başlıyoruz sonra sıra benim zeytinlere geliyor; filmin koptuğu yerdeyiz; bugün bile anlamadığım bir sebeple onun zeytinimden bir tane alması ile benim elime kopuk sandalye demirini alıp kafasına geçirmem bir oluyor. Sonuç: saniyeler içersinde şişerek daha da kocamanlaşan şirin bir kız çocuğu kafası, korkmuş ve suçluluğunun farkında eve kaçmaya yeltenen ben, ağlama sesleri ve evin sessizliği… O kadar korkuyorum ki uykum varmış taklidi yaparak bir köşede uyuyorum. Annem bu halime anlam veremiyor, ben her an Pınarın babasının kapımızı çaldığını ve babamın hem uyandırıldığı için hem de bana kızdığı için beni dövdüğü sahneyi tekrar tekrar kafamda canlandırıyorum. Hava kararmış, ablam ve abim okuldan dönmüşler, yemek yiyoruz henüz Pınarın babası işten dönmemiş olsa gerek diyorum. Tam sıralamayı hatırlayamamakla birlikte anneme itirafım ve gidip arkadaşımdan özür dilememiz var. Babam kızmıyor aksine anlatırken bu hikâyeyi gülüyor. İdeal çocuk yetiştirme stratejisi (!) Bense, üzerinden geçen onca yıla rağmen hatırladıkça vicdan azabı çekiyorum. O insanların gelip çocukları için kavga etmek yerine Pınarın babasının benim hizama çömelip yaptığımın ne kadar yanlış olduğunu bana anlattığı sakin huzurlu sesini hala hatırlıyorum…  Çocuk sahibi olmak bir insanı baba yapmaya yetmezmiş!


 Annemin gözünden

O yıllara ait anılarım tahmin edersin ki yavrum, oldukça kısıtlı. Yıllar sonra annemin anlattıkları ve kardeşlerimin anılarına da yer vermek isterim. Annem ilk ne zaman dayak yemeye başlamış, ne zaman ilk hakaretini küfürünü işitmiş bilemem ama tekrar tekrar anlattığı bir anıyı seninle paylaşmayı isterim. Kavganın sebebini bilmiyorum, zaten Babam sebep bulma konusunda oldukça yaratıcıydı. O gün neydi bilmiyorum ama  tartışmanın sonucunda annemin kafasına yumruk atıp birkaç dikişlik açıklığa sebep oluyor. Hoop doğru hastaneye. Hastanede ne dediler bilmiyorum ama aile içi şiddet olduğu aşikar olmalı ki annem rapor alıyor. Çok kararlı evden atıyor o adamı. Belki günler tekrar aydınlık olabilir bizim için ama annem cesur bir kadın değil zaten ona cesaret ve destek veren bir ailesi de yok. Belki daha önce atladım ama o zamanlar dedemin durumu hiç fena değil annemlerin oturdukları tek göz zemin kat evin de bulunduğu tüm apartman, alt kattaki bakkal dükkanı hepsi onun ama ne hikmetse Anneciğim tuvaleti bile olmayan o tek göz odaya layık görülmüş. Gariban Anacığım kova kova bok taşıyormuş üst kata Annn eannemlere evde tuvalet olmadığından mütevellit. Garip bir durum… O kova ve çiş kokusuyla karışık kaka kokusu belli belirsiz burnuma geliyor ama Dedemi, damadı kızının kaşını patlatırken onlar aile biz karışmayalım derken canlandıramıyorum kafamda yada her şeyi duyup da sessiz kalan komşuları, çaresizlik içinde kızının kaderine ağlayan Anneannemi. Bunlar benim tayallül edemediğim şeyler çünkü bunları düşünürsem çocukluğuma ait birkaç güzel anının da eriyip gideceğinden korkuyorum…

Abim ve Ablamın gözünden

20 yaşında işsiz, sert mizaçlı, paranoyak bir adamın ilk çocukları olarak dünyaya gelmiş olmaları onların ne denli şanslı olduğunu kanıtlıyor. Yine de bahsetmeden geçemeyeceğim, Babamın en korkunç uygulamalarına, stratejik dayak yöntemlerine, en ağır hakaretlerine, baskı ve hakaretlerine, en zor zamanlara denk gelmişler. Bu onları hep biraz ürkek, hep biraz güvensiz ve çekingen kıldı. Ben onlara göre kendimi ve küçük kardeşimi hep daha şanslı görmüşümdür. Biz nispeten iyi zamanlara doğduk her şeyden öte artık yalnız değildik… Dayak anında kenetlenebileceğimiz abimiz ve ablamız vardı. Onlar için üzülmem anlamsız olur yine de… Birlikte yediğimiz onca dayağa selam olsun kardeşlerim. Sizleri seviyorum. Abimin anısına dönecek olursam, bu şaşkın  8-9 yaşlarında adeta okumayı yazmayı söker sökmez duygularını günlüğüne aktarır. Günlükte şöyle der:

 Babamdan nefret ediyorum, onu hiç sevmiyorum, keşke ölse..

Aşağı yukarı duygu yoğunluğu bu şekilde olan sayfalar dolusu günlük bir gün babamın eline geçiyor. Tahmin edersin ki özel hayata saygı konusunda örnek bir insan değildir kendisi. Sonra ilk defa dayak atmadan abime sakince günlüğünde neden böyle şeyler yazdığını soruyor ve ondan bir daha böyle şeyler yazmamasını kibarca rica ediyor (gülüşmeler). Sonuçta korkudan dili tutulan abim Tamam Baba demekten başka bir şey yapamıyor. Yıllar sonra bu anısını anlattığında şunu söylemiştir Abim:
Başka bir baba olsa kafasını avuçlarının arasına alıp ben çocuklarıma neler etmişim Allah’ım derdi ve kendine çeki düzen verirdi demişti. Bu cümlesini kurmasından belki 10-20 yıl geçmesine rağmen Babam bugün dahi kafasını avuçlarının içine alıp durup düşünmemiştir. Kendi ifadesiyle
HAYIR, BEN HİÇ HATA YAPMADIM !  insanıdır. Bugün bile…


Kırmızı Takunyalar
Hatırlayabildiğim en erken çocukluk anılarımdan bir diğeri de Kırmızı Takunyalarımdı. Ahh ne ışıltılı kan kırmızısı, minik bir takunya topuğuyla güzeller güzeli bir terlik. O zamanlar bu takunyalar oldukça popülerdi ve annemin alışveriş yaptığı pazara da gelmişti. Uzun yalvarmalarım sonucu bana kıyamayıp o takunyaları almayı kabul etmişti Anacığım.  Bir akrabanın düğün günü. Herkes için büyük gün: Abim ile ablam babamsız geçirecekleri birkaç saat için müteşekkir, ben yeni takunyalarımı düğünde fırfırlı elbiselerimle giyme imkânım olduğu için zevkten dört köşe, annem ise bu geceyi kazasız belasız atlatmanın telaşındaydı. Düğün Anadolu yakasında yâda benim çocuk aklıma göre çok uzak bir yerlerdeydi. Otobüs yolculuğu ve düğünde koşuşturmanın bana verdiği yetkiye dayanarak uyuya kaldım otobüste. Annem hayattaki diğer tüm yükler gibi beni de kucaklamıştı gocunmadan ve ayağımdan takunyaların kayıp gittiğini göremedi doğal olarak. Babam, eve ekmek getirdiği için bize şiddetin her türlüsünü yaşatmayı normal görüp bir takunyayı sorumluluğu görmediğinden otobüsten iner inmez takunyaların kayıp olduğunu fark edip anneme hakaret etmeye başlamıştı. Her güzel gün gibi kötü biteceğini biliyordum. 6 yaşında olgun bir kız çocuğuydum. Eğer takunyalar için ağlarsam bu sadece anneme daha büyük bir yumruk olarak geri dönecekti ben ise acımı içime gömüp tek bir kelime etmeden babamın o kocaman adamın o kibar zarif kadını tartaklayıp tokatlamasını sessizce izledim. İstanbul’un orta yerinde kendisinden çok daha güçsüz bir kadını yumruklayan bir adam. Onu sessizce izleyen insanlık. İnsanlığımı yitirmemek için gözlerimi kapatıp hayal ettiğim takunyalarım…


Vapurlar, Büyükada, Algida Max Bedava Çubukları…

Sanırım artık okula başlamıştım ama bu anım okuldan ziyade yaz tatilleri ile ilgili. Babamın aklından ne geçiyordu bilmiyorum arada ailecek Büyükada vapurlarına biner gezmeye giderdik. O gezilerimizde Büyükadayı dolaşırken dondurmacıya gidip Algidanın en ucuz dondurması olan Max dondurmasından alırdı her birimize. Bu gezilerimizden birinde Anneme tam 4 defa bedava dondurma çıkmıştı tabi ki biz yemiştik bedava dondurmaları da. O gün annemin çok şanslı  bir insan olduğunu düşünmüştüm ama bu düşüncem ertesi güne kadar sürmemişti. O gezilerimizde babam nasıl davranırdı, gün nasıl geçerdi hatırlamıyorum. Hatırladığım şey İstanbulun daha güzel, daha temiz ve yeşil olduğuydu. Ben çok zayıf bir çocuktum yıllarca 30-35 kilo sıskalığındaydım ve bacaklarım o kadar inceydi ki çırpı gibi dediklerinden bir o gün vapur çıkışında Eminönü’nde yerdeki mazgallardan birinin içine girmişti bacağım. Mazgal aralıkları mı çok büyüktü dünya mı? Bir şekilde olan olmuştu ve bu durum geride kalmama sebep olmuştu. Tabi ki benim nazik ve kibar babam ne yaptı dersin (!) Gelip ayağımın mazgala sıkışmış olmasına aldırmadan beni çekip oradan çıkardı. Kahraman babam (!) Ayağımın üstü ve bacağımın bir kısmı sıyrılmış ve kanıyordu ve o bana ne kadar aptal olduğumu söylüyordu.  Dünya daha da büyüyordu gözümde ve ben küçülüp kaybolmak belki de hiç var olmamış olmak istiyordum. En azından bu aileye doğmamış olmak ve bu babaya Baba demek zorunda kalmamış olmak… O an anladım ki anneminkine iyi şans değil kara baht, kör talih denebilirmiş…


Urfa, Çiğköfte Acısı Hayat, Kardeşim

Ablam derslerinde çok başarılıydı her şeye rağmen ve Bizimkiler babamın şark görevi döneminde zor bir karar alarak onu İstanbul’da dedemlerin yanına bırakmışlardı. Abimin onun kadar parlak olduğu söylenemez o yüzden o bizimle Urfaya gelmek lütfüna erişmişti. Şark görevi 2 yıldı ve bizim doğu hakkında bilgimiz o zamana kadar oldukça sınırlıydı. PKK terörünün en kara dönemleriydi ve bizler orda bizi neyin beklediği hakkında hiçbir fikir sahibi değildik ama pek yakında öğrenecektik. Babamın bu denli şiddet yanlısı bir adam olması beni her zaman dışarıya odaklanmaya, arkadaş edinmeye ve biraz da zorbalaşmaya itmişti.  8 yaşındaydım ve onunla başa çıkmaya çalışırken onun yöntemlerini kavramaya da başlıyordum. Urfada lojmanlarda yasıyoruz. Yan komşumuz Konyalı Saliha teyze, bal gibi şeker gibi bir kadın. Eşinin sadece ülkücü bıyıklarını hatırlayabiliyorum ne yazık ki bir de eşine nasıl sevgi ve şefkatle baktığını. Böyle bir bakışı babanla tanışana kadar bir daha görmedim Oğlum. Allah sevgimizi ve muhabbetimizi daim etsin. Babamın şu ana kadar bahsetmediğim diğer bir özelliğini anlatacağım şimdi de. Kendisi üzerine afiyet etkili miktarda paranoyaktır. Çocukken de kavgaların temelinde olmadığı halde kafasında kurduğu olaylar yatarmış , şu anda da böyle ama onun manyaklığı ve paranoyasını benim ilk defa ciddi bir şekilde fark etmem 8-9 yaşlarımda gerçekleşmiştir. Hayatın bize yaptığı süprizler hiç bitmeyecek gibiydi. O yıllar babama hem iğrenç bir alkol alışkanlığını hem de annemin onu aldattığı paranoyasını beraberinde getirir. Her gece içer sonra bizi annemi üst üste katıp döverdi, aldattığını düşündüyse neden terk etmiyordu yada çekip vurmuyordu hala bilmiyorum. Durumu düşün hergün olmayan bir şeyin savunmasını yapmak zorunda kalan bir kadın, onu korumak için küçücük vücutlarını siper eden çocuklar çokca şiddet, dayak, küfür ve hakaret. Ideal bir çocukluk sayılmamakla birlikte, kendime bir savunma mekanizması geliştirmiştim. Güneydoğunun halkı son derece sıcak ve içtendi, arkadaşlarım büyük şehirden taa İstanbullardan geldiğimizden sebep bana özel ilgi alaka gösterirlerdi. Çocukların arkadaş edinme konusunda hiç problemi olmuyor sanırım. Belki 10-15 arkadaşım vardı ve ben sürekli dışarıdaydım. Zaten 40 derece yaz sıcağında gündüz herkesin damlarda uyuduğu bir ilçe düşün. Akşam 5 gibi uyuşuk bir şekilde kalkıp güne hazırlanan gecelere kadar uyumayan insanların yaşadığı bir küçük kasaba. En verimlisinden kırmızı topraklar, sıcağın buharı ve Fırat nehrinin coşkusu çocuk enerjimizle karışıyordu. Sabahtan akşama kadar bıkmadan yorulmadan bahçelerde bağlarda geziyorduk. Bahçelere dalıp meyve çalıyorduk. Herşeye rağmen gerçek anlamda çocuk olduğumu hissettiğim en güzel iki yıldı diyebilirim. O dönemde daha önce de bahsettiğim gibi onun metodlarını da çözmeye başlamıştım. Örneğin beni dövmeye çalıştığında hemen zaten zemine yakın olan balkondan dışarı atlar ona taş atıp küfürler savururdum. O sakinleşene kadar eve gelmezdim. Mecbur kalmadığım sürece evde vakit geçirmezdim. Güzel günlerdi… Sığınacak bir doğanın olduğu cennet misali bir şehir. Arkadaşlarla gidilen yaz kuran kursları, bağlar bahçelerden çalınan meyveler…






3 Eylül 2015 Perşembe

What Can I Do to Help Syrian Refugees


Yesterday,  3 years old Syrian Boy, Aylan Kurdi and his 5 years old brother Rihan Kurdi were found  death on a beach near Turkish resort of Bodrum. It was a shocking image questioning our humanity. There was a huge impact on the social media including Twitter, Facebook, Instagram and so... Some of us couldn't even look to the pictures of the 3 years old boy's death body. Some of us had enough courage to look. Some cartoonist even expressed their sorrows with the cartoons but that was it. The same day few ours later of the incident, people went to the same beach put their folding chairs, towels and enjoyed the sea. I wrote a few sentences about it , about how we will be responsible if we don't do anything now. I will give some information about the charities and organisations trying to help Refugees.


MONEY


If you cannot physically be there for these kids , you can send your money to the charities and non-governmental organisations which specifically aimed at helping the plight of refugees. Here their names:


Migrant Offshore Aid Station:


Migrant Offshore Aid Station runs independent rescue boats in order to rescue refugees who are trying to reach Europe by boats risking their life to death.  This volunteer organisation used their own money to buy a  rescue ship. It is also known that Doctors without Borders also works with them. Here more information:
Web Site: http://www.moas.eu/
Pay Pal: Migrant Offshore Aid Station

Bank  Info for US:

Beneficiary Name: Global Impact – MOAS Fund
Beneficiary Address: 1199 North Fairfax Street, Suite 300
Reference: MOAS USA Fund
SWIFT Code: BOFAUS3N
Account Number: 435023384035
Bank Name: Bank of America
Bank Address: 100 S Charles Street, Baltimore, MD 21201

On their web site, it is also possible to find different way of donations such as paypal, bitcoins and Europian bank accounts.


Medecins Sans Frontieres:

This humanity agency has more than one rescue ship working all day to work in the Mediterranean sea. Only last Tuesday, they rescued  1,658 people and they continue helping Syrian refugees. More information:
Web Site: http://www.msf.org/
For donations they use Doctors Without Borders system, You can use  Visa, Master, American Express and Discovery credit or debit cards in order to donate. They accept donation from Argentina, Australia, Austria, Belgium, Brazil, Canada , Czech Republic, Denmark, France, Germany, Greece, Holland, Hong Kong, India, Ireland, Italy, Japan, Luxembourg, Mexico, Norway, South Africa, South Korea, Spain, Sweden, Switzerland, UAE, UK, USA.



Aylan Kurdi Funds: 

This fund named after drowned Boy Aylan Kurdi. The money will be going to humanitarian agency Hand in Hand for Syria. More information:

Web Site: http://aylankurdi.com/2015/09/03/aylankurdi/
Web Site 2: https://www.justgiving.com/aylankurdi



Halklarin Koprusu:

This organisation aims to help migrants who are waiting for shelters for weeks in Izmir, Turkey. They help Syrian migrants by finding them a shelter and increase the awareness. You can donate as well as you can work as volunteer. More information:

Web Site: http://www.halklarinkoprusu.org/
Facebook: https://www.facebook.com/halklarinkoprusu
Bank Info (Turkey):  

İş Bankası
IBAN: TR35 0006 4000 0013 3720 0190 24
HESAP NO: 3372 19024

Refugee Council: 

Refugee Council is UK based humanitarian agency  established for supporting and empowering refugees.


Web Site: http://www.refugeecouncil.org.uk/
There are variety of options they provide such as Fundraising, Appeals, Donations, Trusts and foundations, Gifting Systems, Donating through salary basis and reduce taxes, Corporate Support and Volunteering.

http://www.refugeecouncil.org.uk/how_you_can_help_us



Small Projects Istanbul:

It is founded by volunteers in Turkey, It provides language education, stationery equipment  for educational purposes. More info:

Web Site:http://www.smallprojectsistanbul.org/
Donations:  www.moas.eu


VOLUNTEER:

International Rescue Comitee

As well as you can donate, you can also find charities and organisation that you can take an action like mentoring refugee families and helping refugees to find job. The International Rescue Comitee,  an US refugee charity has volunteering opportunities in its 22 offices.  More information:
Web Site:  https://www.rescue.org/volunteer

PROTEST:

It is also important increasing the awareness of refugee's problems. You can march in the street , get together with people in your community and organize a protest event, also keep track of the current news related refugee problem in Europe. Create petitions on change.org  or sign for the existing ones. Here more information:






2 Eylül 2015 Çarşamba

Aylan Kurdi

                               
Today a Syrian  refugee boy found lying face down on a beach near Turkish resort of Bodrum.  Same day, there were at least 12 Syrians who drowned attempting to reach Greece. Is that the first human tragedy caused by selfish greedy people who care about only money, don't feel guilty causing deaths of babies, kids, young women and men! If you are thinking, "Well what can I do, it is not even my country and it is not my problem!" , or  "We don't have enough land or money for so many refugees" or "It is happening in a different continent , different world, it doesn't affect me!"  , YOU ARE WRONG! We are in the same boat, one way or another we all are connected and responsible for one another! DO SOMETHING IF YOU DON'T WANT HUMANITY TO BE DROWN SOON!

16 Temmuz 2015 Perşembe

Loved Ones!



I saw my son one last time today, If somebody take a knife and put it right in to my chest, the pain wouldn't be bigger than what I felt today. He was buried under ground,  a few house back of where we live. I saw him, the light on his eyes was gone! These shinny little beautiful eyes are not going to shine again! He was only 8 months and I loved him so much that I was scared to lose him so badly and eventually I did! God has a way telling things to us!
"He says don't attach to things too much I will take them from you!"
"Don't say my love, my son, my pet, they all belong to me like you belong to me! "
"He says don't say I cannot live without you , I will take the ones you love yet you will still move on!
"
I talked with the gardener guy who buried him. He was nice enough to bury him underground like God's other sons and daughters. I am at least happy to know where he is sleeping now but it still hurts. It hurts so badly! I think attaching anything doesn't make sense anymore! How a person who lost his kid, his spouse or his siblings can move on? How hard it must be to pass from the road every day where your loved ones died. How can you go to places that he or she loved to go without tears on your eyes? How can you cook or eat his/her favorite meal again? I know God has a purpose but I am having hard time to understand his reasons!

15 Temmuz 2015 Çarşamba

Did you Know?


picture source: https://www.pinterest.com/nickiz13/animals-in-need/

Did you know that a healthy female cat can give a birth for 100 babies in her lifetime?
Did you know that 6-8 million of cats and dogs end up in shelters each year only in US?
Did you know that these shelters are putting 2 million pets each year to sleep?
Did you know by only spaying and neutering  them, you could save 2 million dogs and cats from a certain death?

Goodbye My Kitty Cat



When you , my kitty joint to our family, you were a few weeks old. Before you, I didn’t know how it to have a cat was or dog in the family; it turned out it is one of the happiest things in this world. In the first weeks, you slept on my head. It was very funny for me! The next weeks, you slept right next to me. I was so scared to sleep on you, it took some time for me to get used to cuddle and sleep with you. There, we came to a point you started to take my pillow and my side of the bed shamelessly! Meanwhile, you were growing, your bones were getting thicker, your hair color was starting to get lighter. You were growing. I loved to watch you hunting us, playing with us, getting pissed with us! I loved to watch you sleeping in different positions. You were a professional yogic in my eyes! You could do all these stretching while I cannot even sit in lotus posture. You were my friend, my baby, my love! You were looking from window. You were dying to go out and play out there. I bought a leash for you! I was the only woman who is walking her cat in the neighborhood. I was transforming to a crazy cat lady slowly and It was because of you! I loved to be the crazy cat lady with you! Some people said to me, once he learns how it is outside, you cannot keep him inside and I said “whom I am to trap him inside all day?” I didn’t want you to leave a life against to your nature. I said I will not be a selfish bastard; I will try to give you best. I kept taking you out to parks, reservoirs and gardens. When we traveled from New York State to California, you were very lovely. You adopted in an hour to travel in the car, you told us when you needed to pee. You were a perfect kiddo! You were behaving well in the Motels we stayed. On the ways, we were having short breaks and taking you out, walking you! You were seeing all these beautiful mountains, canals, lakes… You were lying down in the back of the car, watching all these beauty with us! What a lovely week it was! After this trip, we arrived to always sunny California. It was very nice neighborhood, most of the time calm and quite. There were a few cars in our streets and many indoor-outdoor cats like you! It was a perfect place for you to chase your natural instincts and be your true self. You started to hang out in the backyard first days and then on the streets. You were going in the night that’s the time all cats are very active, walking , hunting, running, chasing things… and coming back in the mornings, Purring all the time till the time you fall asleep! I was waking up with your ‘Meowwwings’ with a smile on my face. You were making me so happy and you were being so happy to be home. After eating your food, you were allowing me to pet you! You were sleeping on my laps like a baby! You were my baby!  Till last Thursday! You left home as usual in the evening around 7 PM, You went in front of door and asked me to open the door for you. I kissed you as usual and asked you come home safe but you couldn’t. Some person hit you and ran away! They didn’t even bother their selves to call us, email us. You had a microchip and a name tag with my email. They didn’t even bother their selves to ask me to pick your dead body! I You had at least 12 years of cat life to live but selfish human beings, us didn’t let you to live! We selfish human beings! Later when I stated all these search for you, one woman who saw what happened called me! I couldn’t even see you one last time!  Anyways kiddo, we loved you a lot and I know you did love us too!


I will miss you!
your human mom