20 Kasım 2014 Perşembe

Avuçta Sudur Hayat

Yüzüne yıllardan çizeleyen yağmurlar yağmış yaşlı adam,parkta oturuyor.Uzak bir noktaya kilitlenmiş bakışları.Gözleri öyle hüzünlü,öyle güzel… Kim bilir hafızasında güzel anılarından bir demet çiçeği saklıyor, belki de ondandır bu denli güzel bakabilmesi.Hayat nasıldı acaba onun için?İlk aşkı ne zaman yaşamıştı, yaşamışsa eğer, neydi en acı kaybı,hayatının dönüm noktası… Ne çok soru var yaşlı bir çınara sorulacak ! Bankın bir köşesi boş, Gidip yanına oturuyorum.Gülümsüyor,Gülümseyişi bile nelere şahit kim bilir… Elleri kuru bir yaprak ama henüz dalında,çok şükür.Onun yaşında olmanın düşüncesi geçiyor içimden, Kendimi onun yerinde hayal etmeyi deniyorum.Yaşadığımız hayat ve onun koşuşturmacası beni korkutuyor. Hep  vaktinden önce gelmesi mümkün bir trene yetişmek için koşuyor gibiyiz.Tren erken gelirse diye hep bir telaş… İşe yetişiyoruz ,servise,toplantıya,derse belki, otobüse, vapura , bir etkinliğe…
Koşarken ayrıntıları atlıyoruz hep.O yüzden her sabah önünden geçtiğimiz marketin adını sorsa birisi,apışıp kalıyoruz . Ahh Neydi acaba? Öyle bir an geliyor ki neden koştuğumuzu unutuyoruz. Neden?Hayat koşarken avcumuzda tutmaya çalıştığımız bir yudum su. O kadar kısa ve bir o kadar da tükenmeye mahkum,ve ne kadar hızlı koşarsak o kadar unutuyoruz .Sonra damlalar akıp gidiyor parmaklarımızın arasından.Biz suyun tükenmek üzere olduğunu gördüğümüzde de ,muhtemelen bir parkta gözleri noktada,elleri kırışmış, hüzünlü bakan o yaşlı adam yada kadın oluyoruz.O yüzden ne zaman o hüzünlü gözleri görsem,Avcumdaki yaşam suyunu hatırlarım.Daha yavaş atarım adımlarımı. Daha çok yaşarım.Adımlarım yavaşlarken kalp atışım da yavaşlamalı değil mi? Pek öyle değil, Hayatını ne kadar severse insan o kadar atıyor kalbi.Siz de arada adımlarınızı yavaşlatın,O zaman işiniz sizin gözünüzde büyüyen bir sorun olmaktan çıkacak,daha kolay olacak insanlarla anlaşmanız ve sevdikleriniz daha bir güzel gelecek gözünüze, Siz hayata güzel baktığınız ölçüde güzelleşecek, tatile giderken daha az düşüneceksiniz harcadığınız parayı,Hatırlamadığınız bir sebepten ötürü yıllardır kırgın olduğunuz dostunuzu aramak gücünü bulacaksınız kendinizde,O zaman düşseniz ,tekrar ve daha güçlü ayağa kalkmayı öğreneceksiniz,Sevgilinizle ayrıldınız diye dünya yıkılmayacak başınıza. Daha kontrollü belki ama tekrar seveceksiniz.En büyük hastalıklar mı buldu sizi yada en sevdiklerinizi? Varsın olsun, hayatı yitirmemek için daha umutlu, daha savaşçı olmayı öğreneceksiniz. Ne kadar hızlı koşarsanız, düştüğünüzde o kadar yanacaktır canınız. O yüzden daha yavaş ve daha sağlam atmalı adımları.Yine de ayağınız takılır, tökezlersiniz belki ama düşmeniz o kadar kolay olmaz…

Zahiri I


Gözyaşının da yapayını üretti ‘Büyük İnsanlık’.
Ve insanlığının da bir kopyasını.
Gözler,Saçlar,Gülümsemeler mi?
Hepsi sahte!
Gözler ruhun aynasıydı ya,
Öyle değil !
Gözler de ayna kadar zahiri artık…

Olmeyi de Bilmek Gerek

Yaşamak gibi ölmenin de bir usulu var.Öleceksen adam gibi öleceksin.Sen giderken geride bir iz bırakacaksın,Bu iz bir ses olacak belki, bir şiir yada bir buluş ,belki de bir resim duvarda asılı…
Dünyaya kazık çakalım demiyorum elbet,ama taze zihinlere kazılan onurlu düşünceler neden olmasın? Ölümün adabı muaşeret kurallarına uyacaksın ki sonra ölünün arkasından konuşulmasın. Bilirsin onlar önce ölünün arkasından konuşulmaz derler. Sonra da ne var ne yoksa sayıp dökerler.İnsan bu herşeyi beklemek gerek ve aynı anda hiçbir şeyi de. Şimdi sen öldün diyelim, arkandan ağlayan yoksa senin için kötü,varsa da ağlayan için.En iyisi ağladıklarına değsin diye sevilmeye değer biri olarak ölmen. Kendini sevmelisin önce ve bırakıp gideceğin bu hayatı ve de kuşları ve vapurları,vapurun köpürttüğü deniz sularını sonra martıları ve martılara simit atan tanımadığın adamları,kadınları, el ele dolaşan sevgilileri ,dilencinin bir sahtekar olma ihtimaline karşı yine de ona para veren yaşlı teyzeyi, ayakkabı boyayan çocuğu, komşunun gürültülü veledini de elbet, kimsesiz çocukları da. Şimdi hepsini sevmeyi becerdiysen ölmenin yarısını öğrendin demektir. Geriye adam gibi ölmek için yapılacak çok az şey kaldı.Ölmek için güzel bir fikrin olsun bir düşüncen yahut bir ilmin.Ne için öleceksin yoksa? Demezler mi adama ,bok yoluna gitti diye? Kim ister bir çukura düşüp ölmeyi? Herkes kahraman olmayı ister ölürken bile! Şimdi sen bir fikrin ,bir davanın adamısın diyelim, e bir de o dava onurlu bir davaysa tadından yenmez o ölüm.Trafik kazasında bile ölsen şehidi olursun davanın.
Hiç kimse de çıkıp demez,Ya bu adam trafik kazasında ölmedi mi diye?
Sonra yaşadığının hakkını vereceksin.Ruh gibi yaşamak olmaz.Sırf düşman edinmemek uğruna elini taşın altına koymaktan korkanlardan olursan olmaz bu iş.Ahlaksal hiçbir ikileme düşmeden yaşayıp ahlaklı olduğunu savunursan öbür tarafta  bir yerleriyle gülerler sana.Sadece iyinin olduğu biryerde insiyatif almaz insan öyle gelişine vurulmuş tesadüfi golleri başarılı saymazlar bu sahada.Hata yapacaksan bile bu senin hatan olacak ki ders alabilesin.Başkalarının değer yargılarını koy bir kenara, tüm hayatın boyunca deneyimlediğin herşeyden bir kural çıkar bunların hepsini hem zihnine hem de kalbine yaz, Zihnindekileri mantığınla ,kalbindekileri de duygularınla yoğur. Ne vakit kararsız kalsan,iki yoldan birini seçmen gerekse her ikisine de başvur.Kararın seni mutsuz da etse senin kararın olur. Bütün adabı muaşeret kurallarına uydun diyelim sokakta bayılıp kalsan da hastalanıp kurtulamamış olsan da yansan da yakılsan da taşlansan da bir önemi kalmaz.Adam gibi yaşayan vakti geldiğinde  adam gibi ölür.
*Fikirleri yüzünden yakılan aydınlara,hain saldırılarla katledilen gazeteci ve yazarlara ithaftır.

Klise


Ne kadar vakit oldu görüşmeyeli? Bir gün ara sen beni yada ben seni arayayım ne farkeder ki?
Sonra denize en yakın kafeye gidelim senle.Denizi en güzel gören masayı bulup oturalım, birileri varsa onlara
sinirli bakışlar atalım, bunlar da gitse rahat rahat konuşsak tadında.Yiyecek birşeyler isteyelim garsondan.Menu getirmesin hiç. "Siz ne tavsiye edersiniz?" deyip hala samimiyetin kaldığı bir yer varmış gibi yapalım. Az sonra gelecek hesabın deniz manzarasıyla şişirileceğini bilmiyor taklidi yaparak.Gözlerin önce masada,sonra ellerimde sonra dışarda olsun, deniz üstünde uzun bir süre gezsin gözlerin. Bu esnada rüzgar, denizi yalayıp geçsin hem de hiçbir erotik amacı olmadan yapsın bunu.Bu denize sürekli bakıyor olsaydık aynı derecede güzel olur muydu? Biz ayrılmamış olsaydık sen bu kadar güzel olur muydun? Bir sürü soruluk sessizlik.Sessizlik ne kadar sürebilirse o kadar sürsün işte.Sen sessizliğe daha fazla dayanama, ‘Havalar da epey soğudu’ klişesini yap.Söylediğin anda pişman ol,Ben ’sen söylemesen ben söyleyecektim zaten,birinin bunu yapması
gerekiyordu’ deyip seni rahatlatayım. Sözünü onaylamak için ellerimi sıcak çay bardağıyla ısıtıyor gibi yapayım. Evet ya diyeyim, ‘Serbest piyasada Dünya’nın dengesini borsa endeksleriyle işleme soktuk.Şimdi baharda kıçımız donar oldu.’
Argo kelimelerden kaçınmaya çalışayım.Kıça Popo diyeyim mesela.Sen utangaç gül elbet hiç fırsatı kaçırma.
Seni bana bir kez daha sevdiriyor.Bu seni sen yapıyor.Diğer insanların da onlar.Bir süre masada ne var ne yoksa onları yiyelim ve yerken de gıda teröründen bahsedelim, bu sefer de,
‘Hiç birşeyin eski tadı kalmadı de.’Ben de diyeyim ki ‘hiç bir denetim yok yediklerimizde.Adamlar
balık kokan domates de yedirir bize canları isterse domates kokan balık da. ‘ Bunu düşünmek bile
rahatsız etsin seni, yüzünü buruştur .O an gözümde sevmediği yemeği yemeye zorlanan küçük kız çocuğu ol.Ben tüm cesaretimi,korkularımı ve sevgimi gözlerimde biriktirip el çabukluğuyla gözümden sileyim.Gözlerine
bakmak cesaretim olmaz, Sen diyeyim ne olur bana gerçeği söyle, Ama bunu ‘Üç aylık ömrünüz
kaldı ! ‘ yada ‘Hiçbir şeyiniz yok gayet sağlıklısınız.’ diyen bir doktorun ciddiyeti ve umursamazlığıyla yap.
Nasılsa ölecek olan sen değilsin.Sonra birkaç saniye geçsin,cevapsız.Sen çenemi tut bakışlarını bakışlarıma
dayayıver. Ellerimi al avuçlarında ısınsınlar diye.Tek bir şey söyle : “Gözlerini özledim!”…

Turk Dizileri

Her 20 diziden en az üçünde kızlarımız küçük yaşlarda çılgınlar gibi sevişip hamile kalıyorlar ve tabi ki o esnada eli armut toplamayan hayın kader ağlarını örüyor ve bu kızlar onları çok seven ama sevmedikleri adamlarla evlenmek durumunda kalıyorlar.
Bu dizilerden en az ikisindeki ana karakterlerden tabi ki yine dişi olanı tecavüze uğrayıp hamile kalıyor ve fekat her nasılsa onlar...ı şefkatli kollarıyla herşeye rağmen sarıp sarmalayacak zengin ve babacan adamlarla evleniyorlar (Fatmagül’ün Suçu Ne? ,İffet). Bu zengin adamlar gerçek hayatta nerede ikamet ediyorlar?Bu dizilerin en az sekiz tanesinde ana karakterlerden evin erk kişisi olan inanılmaz zengin, geri kalanlarda da adam ölünce kadın zengin oluyor yada babaları zengin. (Adını Feriha Koydum,İffet,Muhteşem Yüzyıl,Bir Çocuk Sevdim, Anneler ve Kızları vs.). Bu dizilerin neredeyse tamamına yakınında
karakterler kırsaldalarsa konakta yaşayan toprak ağası bir ailenin fertleri ve onların ezikledikleri daha sonra zengin olacak fakir ama onurlu kişiler ile şehir hayatı yaşıyorlarsa fakir olanları ; Boğaz manzaralı İstanbul’un en güzel semtlerinde,
zengin olanları; boğazda bir yalıda oturan kişilerden oluşuyor.Bir de bunların tam olarak ne iş yaparak bu kadar zenginleştiklerini asla çözemiyorsunuz.(Sanırım bu dizilerdeki tek gizem bu,Lost’dan bile daha gizemli .Bu dizilerin neredeyse beşte birini henüz kimin izleyip de güldüğünü anlayamadığım komedi dizileri oluşturuyor. Akasya Durağı,Çocuklar Duymasın vs. Bu komedi dizilerinde de genelde ya dış ses var yada yerli yersiz alttan verilen kahkahalar.Sanki biz nerede güleceğimizi bilmiyormuşuz gibi,Yoksa bilmiyor muyuz? Her 3 diziden birinde elinde silah terörist desen değil, kahraman desen değil bir adam baş rolde oluyor.Bu adamlar hep pahalı arabalara binip, pahalı mekanlara takılıyorlar.Ama akşam olunca fakir mahalledeki analarının ellerini öpecek kadar da halktan (!) oluyorlar.Bir de bu adamlar daha karakteristik ve karizmatik bir görüntü vermek için kıllı adamlardan seçiliyorlar.Ne bileyim en az bir pos bıyıklı yada sakallı oluyor kahramanımız. Fakir mahalleden çıkıyor her boku yiyor ölürken de mutlaka kahraman olarak ölüyor . Ezel,Kurtlar Vadisi...Bir de dizilerin genelinde en az bir tane ak sakallı dede tadında takılan, çok şey yaşayıp görmüş, Hammış Pişmiş bir bilge kişi oluyor ki mesleği ya balıkçılık oluyor yahut küçük bir balıkçı lokantası yada bir kahvehanesi.Tabi ki o da zengin ama Ferrarisini satalı çok olmuş.Yada Ferrarisine tüp taktıralı,Sanayi tipi.
Şimdi benim anlamadığım şu, Tüm bunların anlamı ne? Ya biz toplum olarak balataları sıyırmış durumdayız. Kafamızı rahatlatmak için izlediğimiz bu dizilerde bir kadına tecavüz edilmeden, zengin adam fakir kızı kirletip de başka bir zengin yardım elini uzatmadan,
pos bıyıklı kıllı adam eline silah alıp ülkeyi kurtarmadan kafamızı yastığa koyup uyuyamayacak kadar hem de. Ya da daha kötüsü bunların hepsi gerçek, herkes biraz Behlül yada herkes biraz Adnan mı? Hergün bütün mahalleli tren yapıp bugünün talihli İffet’i kim yarışması mı düzenliyor? Sonra gidip Fatmagül’e Seni oruspu seni diye mi haykırıyor? Herkesin oturduğu ev ucundan da olsa boğaz mı görüyor?

Herkes Sevdigini Oldurur Bir Sekilde...

Kadının bakışları denize dalıp çıkan karabatak misali, kara ,hırçın ve uzak.Ancak duygularının bir kısmı
anlaşılabilir,bir kısmı hep denize batmış gibi.Nihayet sessizliğini bozdu:
-Başka birine aşık oldum!
Adam duymamak için rüzgara döndü,rüzgarın uğultusu bile yetmedi kadının çığlığını bastırmaya.Bir süredir hissediyordu adam,herşey değişmişti, biteceğini biliyordu elbette ama bilmekle kabul etmek aynı şey değildi ki.Kadının sözleri adamınbeyninde duvarlara çarpa çarpa yuvarlanıp düşüyordu, nefes alamadığını hissetti bir an için.Bu güne kadar hiç böyle şeyler hissetmemişti.Aşık olduğunu kabul ettiği gün başına gelecekleri sezmişti yine de kalbinde bu öküz oturmuş ağırlığını bu kadar net duyacağını bilemezdi işte.
-Bitince böyle hissediyor demek insan ,
Geveledi adam, ağzından birşeyler çıkarmaya çalışıyordu ama gözlerinden akan yaşın tuzlu tadını alınca vazgeçiyordu.
-En son babam ölünce ağlamıştım.
-Biliyorum! O gün yanındaydım.Yanında olmak acılarına ortak olmak mutlu ediyordu beni ama artık etmiyor.
Bu defa kadının da sesi dalgalandı.Ağlamamak için yemin etmişti evden çıkarken.
-Beni suçladığını biliyorum ama inan böyle olsun istemezdim!
Kimse böyle olsun istemez ki diye geçirdi içinden adam.Yine de onu suçlamaktan vazgeçemiyordu.
-Böyle olmak zorunda değildi! Bana bunu nasıl yapabildin ?
 Adam tümüyle sakinliğini yitirken kadın yerinden kalkıyor.
-İnan benim için de kolay olmayacak.
Daha fazla konuşmanın anlamsızlığının farkına vardı adam.Gitmeye karar vermiş birini geri döndürmek olmazdı.Kabullendi acıyı,ayrılığı,yalnızlığı.Bir tek seçeneği vardı şimdi.Kadını öldürmek.
-Bu acıyı unutmak için seni öldüreceğim!
Kadının gözbebekleri büyüdü,midesinde korkuyla,heyecan arası bir yanma hissi.Kadının gözbebekleri büyüdü,Bir vakitler sevdiği adam mıydı şimdi onu öldürmek isteyen?
-Senden ayrılıyorum diye beni öldürecek misin ?
“Herkes sevdiğini öldürür,
Kimi bunu kin yüklü bakışlarıyla yapar,
Kimi de okşayıcı bir söz ile öldürür,
Korkak ,bir öpücükle,
Yüreklisi kılıçla, bir kılıçla öldürür! ”
Kadının gözünde gördüğü korku yüreğindeki yarayı katmerledi,Bir vakit sevebilmeyi dilediği
Tanrı’sından unutabilmeyi dileyerek yürüyüp gitti adam.

Afrika

Afrikalı çocuk,açlıktan değil olsa olsa insanlığın yokluğundan ölüyor,
Bizse belirli gün ve haftalarda hatırlıyoruz insan olduğumuzu
Yardımın bile kolayına kaçıyoruz , 
Sms ile bilmem kaç koduna mesaj atıp kendimizi iyi hissediyoruz.
Youtube videolarında anlık duygulanmalar yaşıyoruz,
Borsa bile duygusal dünyamızdan daha durağan bazen.
Yardım kuruluşları her sene vicdanımızı okşuyor,
Afrikalı çocuğun da guruldayan karnını, sadece birkaç günlüğüne...
Sonra hepimiz unutuyoruz.
Unutmak en iyi olduğumuz şey.

Olmek

Kimse dünyaya kazık çakmaz,Er geç göcecek, kendine insan diyen herkes,O yüzdendir belki ,kendimizi hiçbiryere ait hissetmeyişimiz.Ve hep bir tarafı eksik.Bütünü tamamlayacak olan ölümdür .Ağlayarak geldiğimiz dünyadan ne hikmetse yine ağlayarak gideriz çoğu zaman, Ve hatta ağlatarak bu defa sevdiklerimizi.Ne zaman ölümü düşünürsek asla hazır hissetmeyiz kendimizi,hep yapacak birşeyler vardır, hep daha bitirilmesi gereken işler.Hep erteleriz bu düşünceyi,Yarıda bırakmak hoşumuza gitmez çünkü. O yüzden bilincimizin en ucra köşelerine yollarız bu fikri zihnimizin.Ölüm soğuk ve tatsızdır.Ağzımızın tadı bozulmasın isteriz ama işler umduğumuz gibi gitmez.
             Ölüm belli aralıklarla hatırlatmayı sever kendini.Bu aralıkla rçocukken daha seyrektir,yaş ilerledikçe ise sıklaşır.Vakti hızla gelen bir trenin, gürültüsünün giderek daha net duyulması gibi.Bize gelmeden bazen ,uzaktan hayatına tanık olduklarımıza uğrar ve biz hafif bir iç çeker, rahmet dileriz Tanrı’dan, bazen yakınımıza uğrar,çok yakınımıza ,o kadar ki bu ziyaret çok dokunur bize,ağlatır,dağlar içimizi.Ölüm gelir ve en akınımızdakini alır bir gün, hiçbirşey eskisi gibi olmaz o andan sonra.O günü kalbimize not ederiz, Yıllar geçse de üstünden, unutamayız asla.Deneriz belki unutmayı ama olmaz.Kimi zaman eski bir fotoğraf, kimi zaman bir şarkı ve kimi zaman da rüyalarımız hatırlatır bize.Anılar zihnimizde berraklaşır, hatalarımızı düşünürüz, asla gerçekleştiremediğimiz hayallerimiz için derin bir iç çekeriz,Ve güzel anlar, onlar güzel bir gülümsemeyle, yüzümüzdeki çizgilerin arasına karışır zaten.
              Ölüm bu yıllarda, bilincin altına ittiğimiz bir düşünce olmaktan çıkar, somut ve tartışılmaz,bir gerçeğe dönüşür.Hayatın bir parçası olarak kabul etmeye başlarız,üzülmemize engel olmaz bu,sadece çok daha gerçekçi olmaya başlamışızdır.Ölüm bizi ziyaret eder nihayet.Burnumuzun dibine dikilir.Bize verileni bizden almak için.Başlanan işi bitirmek için.Çünkü ölüm bu hayat denen şeyin altın vuruşudur. Biz hayata bağımlıyken ,o kriz anını bekler ve son vuruşunu yapar.Biz yığılırken geriye gözlerimizde  hayat dediğimiz film şeridi kalır…

Ask Uzerine I

Neden en çok canımızı yakanları severiz ? Hayat biz istesek de istemesek de monotonlaşır,
Aşksa bizi sarsar,devirir ama kendimize getirir.Ve canımız acısa da yaşadığımızı hissederiz.

Ne Zaman Gercekten Buyuruz?

Doğum günlerimizde mi değil,
Bir yılın bitip diğerinin başlamasını havayi fişeklerle kutladığımız yılbaşlarında mı değil,
Sensiz yapamam dediğimiz birini kaybedip Onsuz yaşayabildiğimizde büyürüz
Bizi dünyaya getirip üşümeyelim diye gece üstümüzü örten,
açlığımızı,hastalığımızı kendine dert eden Annemize kilometrelerce uzak yaşayabildiğimizde büyürüz,
Bize güvenli bir omuz,
huzur sağlayan sevgilimizden ayrı kaldığımızda büyürüz,
Çok kıymet verdiğimiz dostumuz
bize sağlam bir kazık attığında büyürüz
Kimseyi üzmek istemesek de birini üzdüğümüzde
Ve hatamızı farkettiğimizde büyürüz
Ailemizin bize sağladığı rahatı birkenara bırakıp
Kendimiz kazanmak istediğimizde büyürüz
Birileri ayağımızı kaydırmaya çalışırken Yere daha sağlam bastığımızda
Ya da düşüp yeniden ve daha güçlü kalktığımızda büyürüz
Bir söz bizi çok yaraladığında
Ama sırf bizi yaraladı diye intikam almayıp sakin kalabildiğimizde büyürüz
Bir söz ile birinin canını yaktığımızda ve bunu farkedebildiğimizde büyürüz
Özür dilemenin insanı yücelten birşey olduğunu kabul ettiğimizde büyürüz.
Sırf doğru bildiğimiz şeyleri yapabilmek uğruna bazen dokuz köyden kovulmayı göze aldığımızda büyürüz
Sahip olduklarımızla olduğumuz kişinin aynı şey olmadığını öğrendiğimizde büyürüz
Yaşamanın öylesine bu dünyadan geçip gitmek olmadığının ayrımına vardığımızda
ve kalıcı izler bırakmayı gönülden istediğimizde büyürüz
Susmak gerektiğinde konuşmamayı, konuşmak gerektiğinde de susmamayı bildiğimizde büyürüz
Kimi ve neyi sevdiğimize ,nerede ve kiminle yaşamak istediğimize,ne yapmak istediğimize kendimiz karar verdiğimizde büyürüz
Bir hayatı/hayatları renklendirebildiğimizde yada birilerinin rengimiz olmasını istediğimizde büyürüz.
Yükseldiğimizde şımarmamayı, ve düştüğümüzde ağlamamayı öğrendiğimizde büyürüz.
Düştüğümüzde yeniden kalkacak gücü kendimizde bulduğumuzda büyürüz.
Şimdi hatırlayın hangi doğum gününüzde büyüdüğünüzü hissettiniz gerçekten. Hep bir hayret ve hadi ya bilmem kaç mı oldum ben şimdi hissini duydunuz değil mi?
Ya ilk aşkınız,ilk dost kazığı, annenizi ,babanızı,yakınlarınızı kaybettiğiniz bir gün, terk edildiğiniz gün terk ettiğiniz gün, ilk işiniz yada işsiz kalışınız,
askerlik belki uzak ülkeye eğitim/iş için gidişiniz,Pişmanlıklarınız? Hangisi daha çok büyüttü sizi?

Ortalama

Henüz çocukken herkes en azından birşey olmak ister. Tiyatrocu,Sinemacı,Öğretmen,Doktor,Hemşire,Astronot,Mühendis,Gazeteci vs vs…
Zaman ve şartlar hepimizin hayatına ket vurur.tekdüzeleştirir.
Büyük hayalleri olan küçük insanlardan küçük hayalleri olan büyük insanlara döneriz.

Homonoid II


Modern çağ maymunu doğayı yakıp yıkar
Sonra yerine kendi gibi çirkin bir otel diker
Aynı soydan diğer maymun otel diksin diye
Ona Ormanı soyar muz niyetine

Homonoid I


Haddinden fazla Homonid olduk
Ama tümüyle insan olamadık
Geriye doğru mu evriliyor bazıları nedir
Daha fazla para kazanmak uğruna maymunlaşanlar
Bilmem başka neyle açıklanırlar!

Ayni

Kaldırımlarına araba park edilmiş şehrimin  yollarında yürüyen insanları
Her sabah aynı saate uyanır,
Aynı alarm sesiyle
Sonra aynı yollardan işine gider,
Otobüs camlarından hülyalı gözlerle bakar,
Bu şehirden bıkmıştır, belki çoğu ailesinden de,
Kimi çocuklarının anasını sevmez,
Kimi çocuklarının babasını,
Çoğu şeyi vakti geldiği için ,olması gerektiği için yapar,
Vakti geldiğinde şanslı olanlar okula gider,
Ve çalışması gerektiği için işe,
Ve sonra Yaşı geldiği için evlenir,
Hayat sıkıcıdır çocuk yapılır,
Üç aşağı beş yukarı aynı hayatlar yaşanır,
Ve otobüs camlarından aynı hülyalı gözlerle bakılır,
Kavgaların yaşandığı zamanlar geride kalmıştır,
Bir fikir için kavga etmek ne mümkün sadece yaşamak için savaşır,
Ve hergün aynı işi yapar,
Kafasından hep aynı düşünce geçer,
Bir ömür böyle mi geçer?
Ve akşam olur sonra
Aynı yoldan geri döner,
Aynı trafikte kalır,
Bir gün önce yaptığı gibi trafiğe söver,
Sonra evine varır ,
Sizin için çalışıyorum dediği çocuklarını birkaç saat görmek için
Gece olur,
Sonra hayaller katlanıp yastığın altına konur,
Kaldırımlarına araba park edilmiş şehrimin  yollarında yürüyen insanları
Her sabah aynı saate uyanır,
Aynı alarm sesiyle...

18 Kasım 2014 Salı

Dunya adil bir yer degildir

Dunya adil bir yer degildir... Dunya' nin bir yarisi aclikla kirilirken diger yarisinin obezlikle savasmasi bu yuzdendir...
Hele Turkiye 'de adalet ekmek almaya gidip asla donemeyen bir cocuk!
Olum herkes icindir ama en cok fakirin cocugu olur; Ya askerde, yahut madende calisken yada oylece yolda yururken!
Azrail bizim ulkede bilmem ne kadar zaman once taseronlugu icin ihale acmis olmali ki kim donemin guclu zumresini,yonetimini olusturursa
taseronlugunu o alir.
O yuzden devlet eliyle, is adami eliyle gelen olumleri yadirgamayiniz...
Cunku Turkiye'de bir zumre iktidar olur, sonra devletin her kademesini bastan asagi degistirir "Kendi Adamlariyla"
ama bilmezler ki adamlik siyasetle, dinle, ideolojiyle olmaz. Adam olmak icin once insan olmak gerekir!
Ankara'da mufettislik sinavlari yapilir; Aleviysen, kurtsen, solcuysan, basin aciksa yada gecmis donemlerde oldugu gibi kendini aydin degil muhafazakar tanimliyorsan,
basin kapaliysa yani iste onlardan farkliysan isi alamazsin. Isi yonetimde olan zumreden herhangi biri alir...
Ihaleler yapilir, fesat karistirilir cunku isin dogasinda vardir! Fesat hepimizin dogasinda vardir;para onu yuzeye cikarir! Ihaleyi alan firma isi layikiyla yapamaz!
Devlet kurumlarina memur secilir, kadrolar acilmadan kimin atanacagi bellidir. Ise yerlestirilen kisi gerekli yeterlilikte degildir...!
Ozel kurumlar eleman alir, Ankara'dan bir dayi arar kurumu, yegeni ise yerlestirilir.
Sonra bir gun Soma'da ozellestirilmis bir maden isletmesinde yangin cikar 300'den fazla insan olur, geride caresiz gozyaslari ...
Kim olur sizce? Fakir cocuklar olur!
Firma aciklama yapar, devlet buyukleri aciklama yapar : "Bu isin dogasinda var olum!"
Olum yasamin dogasinda var ama Azrail bile adam kayirir ote tarafa goturuken!
Ihmaller bu ulkede hep oldu, Tuzla da isci olumlerini gorduk, 99 depreminde olen 20.000 binden fazla insani da.
Idealojiler degisti, Biyik boylari ve sekilleri degisti ama yapilan tum ihmallerin bedelini isci sinifinin kaniyla odedigimiz gercegi degismedi.
Kimi suclayalim simdi? Dini, siyasi ideolojoleri kendine zirh yapip milletin kanini emenleri mi yoksa buna izin veren diğerlerini mi?

13 Kasım 2014 Perşembe

Ask üzerine 3

Elmayla armudu toplamak seninkisi
Askla mutluluk
Armuttaki bir gram vitamin için
Ayiyla yüzgöz etme beni
Bilirsin armudun iyisini her daim ayilar yer
Gel biz bir elma agaci altinda oturalim,
Sakin ve sessiz,
Hadi toplamadik diyelim elmayla armudu,
Elma yine de tekinsiz,
iyi ihtimal kafamiza düser,
Newton olmak için geç,
Belki de Adem olurdun sen,
Ve ben Havva,
Ama ikimizde istemeyiz
cenettimizden kovulmak,

birer incir yapragiyla :)

Kusursuz Sayi

                    “Odanın karanlığında  kapıyı aralıyorum. Bu karanlık gözü kör edecek kadar güçlü ve oda sen kokuyor . Öleli bir yıl oluyor ve ancak cesaret edip açabiliyorum odanın kapısını. Ah Tanrım!  Biliyorum isyan etmek olmaz, ama neden biz demekten kendimi alamıyorum. Odaya göz gezdiriyorum öylece, kitaplığına takılıyor gözlerim, sahi ne çok kitap okurdun sen, Kuantum Fiziği, Zamanda Yolculuk, Sonsuz Yaşam, Genetik  Bilimi, Evren’in Gizemi , Boşluk, Karanlık Madde ve en sevdiklerin; Kriptoloji, Sıfır ve Bir, Mantığın Temelleri.  Kitaplığının yanındaki çalışma masana ilişiyor gözlerim, çok sevdiğin bilgisayarın, ne büyük keyifle çalışırdın geceleri, yarasa gibi sabahlara kadar elinde kahve, sürekli notlar alırdın. Söz dinlemezdin, bazen kızardım sana , Kardeşim ! Yine yanımda olman için neler vermezdim.  Yetmiyordu gündüzleri çalışman değil mi ?  “Evren büyük sırlarla dolu ve ben çözmek için varım “  derdin. Zaten daha çok küçükken biliyorduk ya zekiydin işte ve yaşamak için bir amacı olanlardandın. Peki ya ölmek için de bir amacın var mıydı kardeşim? Senin o kıyamadığın bilgisayarın her yanı tozla kaplı, görsen nasıl üzülürdün. Bak bilgisayarını açıyorum hala kızıyor musun buna? Gülüyor mu bana bakan gözlerin? Sen hep neşeli, hayat dolu kardeşim, ölümü kabul eder insan ;İnanırız geldiğimiz yere döneceğimize elbette ,ama intiharın ;bu bizi yaşarken öldürdü hem de her gün. Annem ,sen öldükten sonra bir daha asla konuşmadı. Neye çok kızdı hiç bilemedik. İntihar etmene mi? Haber vermeden gitmene mi? Bilemem. Haberi ilk aldığım günü hatırlıyorum. Tez hocan, çalışma arkadaşın Mehmet aradı beni ,annemi aramaya cesaret edememiş. Geç saatlere kadar sesin çıkmayınca, seni merak edip Laboratuar’a girdiklerinde seni yerde kolundan akan kan gölü içerisinde yatar halde  bulmuşlar. Haykırdım: “Buna inanmamı beklemeyin benden, Tuna yapmaz böyle bir şey, İntihar etmesi için bir sebep yok, hep mutlu bir çocuktu ,mutlu…”  ,Haykırdım kardeşim ve duyan olmadı, sustular sadece. İnanmamakta direndim ,  İntihar etmiş olamazdın polis inceleme başlattı, fakat ölümünün cinayet olduğuna dair hiçbir şey bulamadılar.Laboratuar’ın girişindeki kamera görüntülerinde  başka hiç kimsenin odaya girip çıktığına dair bir iz bulunamadı. Zaten kamera ve güvenlik sistemiyle her daim alay ederdin sen, hatırlıyorum da; Kameraların tümü birbirini görecek şekilde ve kör noktasız bir kayıt almalıdır fakat o kadar sembolik ki yerleştirilmeleri,  zekadan uzak ve kör noktalarla dolu derdin. Söylediklerini anlattım polise ama acıyan gözler dışında bir yanıt alamadım. Sen ölmedin ben biliyorum  kardeşim, öldürüldün. Kimse inanmasa da bu böyle.  Biz biliyoruz kimse bilmese de değil mi? Sen ,ben bir de seni öldüren/öldürenler.Yine de aklım almıyor, neden seni öldürmek ister bir insan evladı?  Kimseye zararın yoktu ki, bilimin peşinden koşardın, ne beni ne annemi kırardın. Babam yıllar önce, daha o da ölmemişken derdi ki: Oğlum ,  bir gün büyük bir adam olup bu ülkeye hizmet edeceksin, Seninle hep gurur duyacağız. Sahi babamı gördün mü kardeşim? Hala seni neden öldürdüklerini bilmiyorum ve neden benden başka kimsenin bu olayın üstüne gitmediğinin de. Resmi ölüm raporunda, ruhsal patalojik sebepler bulunabileceği, çok az insanda görülen  dehalık  sınırında bir zekaya sahip bazı insanların, Dehalık ve Şizofreni arasındaki çizgi de sıklıkla yer değiştirebildiği ve bu durumun da çoğu zaman kişinin ve yakınlarının farkına varmadan hızla seyredebildiği yazılmıştı. Bunlar bir yana inançların intihar etmene müsaade etmezdi. Başka bir sebep var kardeşim biliyorum ve bunu bulacağım. Şimdilik elveda kardeşim.”

             Kardeşime yazdığım mektubu, geleceğe mektup gönderen sitelerin birinden postalıyorum, Yaşadığımız acıları unutmamak için kendime göndereceğim. Vazgeçmemek için. Maillerimi kontrol ederken bir maile takılıyor gözüm, donup kalıyorum. Mail ölen kardeşimden gelmiş gözüküyor. Tarihini kontrol ediyorum  17.10.2011 kardeşim öldükten tam bir yıl sonra ; yani bugün.Biraz düşündüğümde  Tuna ölmeden sekiz ay kadar önce ,kendisinden, böyle bir sürpriz mail gelebileceğinden bahsetmişti. Ne demişti sahi:”Anlamsız gelmesini umarım, Eğer seni düşündürürse bu işlerin benim için iyi gitmediğini gösterir.” Ne saçmalıyorsun Tuna dediğimde, gülen güzel gözlerini dikip yüzüme: “Aldırma abla ,  dalga geçiyorum işte, beni bilirsin” deyip geçiştirmişti.Bahsettiği mail bu olmalıydı. Bunun soruların cevabını bulabilmem için bir  anahtar olmasını ümit ederek maili açtım . Mailde  karmaşık , bir dizi rakamdan oluşan bir yazı vardı ve altında kısa bir not: “Ablacığım, Tarih senin uzmanlık alanın,özellikle  Antik Yunan, ve Türkçe’ nin kullanımına hep özen gösterirsin! “ .Not beni allak bullak etti, Gece gözüme bir damla uyku girmeden mailden gözümü ayırmadım. Ne demek istemişti, Antik Yunan ve Türkçe koyu puntolarla yazılmıştı. Masada uyuya kalmışım neden sonra uyandığımda saat üçü geçiyordu. Böyle bir maili göndermesindeki amaç ne olabilirdi? Bu sayılar bir şeyin bilgisiydi ama anlaşılmayacak bir şekilde verilmişti. o zaman bir şifreydi belki. Diyelim ki şifreydi, Antik Yunan ve Türkçe ‘nin nasıl bir ilişkisi olabilirdi. Bir duş almak iyi gele bilir diye düşündüm , O kadar çaresiz hissediyordum ki Arsimet gibi belki ben de ‘Eureka’ diyebilmeyi ümit ettim.Duştan sonra internette bir araştırma yapmaya karar verdim. Tarihten bugüne  şifreleme  algoritmalarını incelemeye başladım.  Gözüme  ilk takılan ve dikkatimi çeken birinin kişisel sayfasında yayınladığı ve bilimsel makalelerden alıntıladığı yazılar oldu. Sitenin hangi kaynak tarafından yayınlandığını bulmak için alan adı hizmetini alan  kişinin fatura bilgilerine ulaşmaya karar verdim ve bulduğum bilgi şaşırtıcıydı. Site kardeşimin  adına kayıtlıydı. Hiç bahsetmemişti böyle bir kişisel sitesi olduğundan. Doğru iz üstünde olduğumu fark ettiğim an iliklerime kadar titredim. Yorgunluğumu ve uykusuzluğumu unutmuştum. Site’de bir makale Antik Yunan’da ticaretin ve savaşların  yoğunluğunun ,haber alış verişi için şifrelemeyi zorunlu hale kıldığını anlatıyordu ve dikkat kesilmeme sebep olan  Polibyus Algoritması idi. Çünkü kardeşim Türkçe için de uygulanabilir basit bir algoritma olduğunu yazmış. Algoritma bir satır ve bir sütundan oluşacak şekilde rakamların sırayla yerleştirilmesi ve harflerin bu satır ve sütunların kesiştiği sırada A,Z’ ye sıralanması mantığına dayanıyordu.  Hemen  masada bulduğum kağıt kalemi alıp  tabloyu oluşturdum ve harfleri yerleştirdim. Alfabedeki  benzeş C,Ç ve G,Ğ gibi harfler aynı satır ve sütuna gelecek şekilde dizdiğimde kusursuz 5X5 ‘lik bir matris oluştu . Derin bir nefes alıp birkaç dakika hiçbir şey yapmadım, sadece baktım. Kendimi toparlayabildiğimde saat çoktan dokuzu bulmuştu ve Şirketi arayarak rahatsızlandığımı ve işe gelemeyeceğimi bildirdim. Sonra tekrar çalışma masasına geçtim. Verdiği rakamları alfabedeki harflere dönüştürdükçe, anlamlı kelimeler belirdi önce ve sonra da bir cümle:
“Yarasanın gözleri üzerinde unutma, o günün tarihi”
Bir süre anlamsız bir ifadeyle bakakaldım. Ne demek istemişti? Odanın etrafında gezinmeye başladım, hapishanede yatan bir tutsak gibi bu cümleye tutsak kalmıştık hem ben hem de kardeşim. Çözmek için yeterince vakit kaybetmiştim. Senin Odanın kapısına gözüm takıldı, sonra yanındaki odaya, salonda bir yandan diğer yana dolaşırken, başım döndü ve tökezleyerek salondaki koltuklardan birine yığıldım. Tam da bu anda zihnimde bu cümleyi duyduğum gün belirdi. Üniversite’deki projesi için biriktirdiği tüm parayı, yeni ve kendi tabiriyle canavar bir bilgisayara yatırmıştı, Eskisini de bana bırakmıştı, geceleri uykusuz kaldığı için biz ona yarasa derdik ve o gün Yarasanın gözleri üzerinde unutma abla, eski bilgisayarıma iyi bak demişti. Deli misin Tuna, artık benim kızım o deyip çıkışmıştım şifresini kaldırıp, bilgisayarı temizleyip verdiğini söylemişti. Artık somut bir şeyler vardı elimde. Sabahtan beri ekranına baktığım bu bilgisayar aydınlatabilir miydi?  Sonundaki yazı ne demekti öyle O günün tarihi ne işe yarayacaktı? Polis kardeşimin sözde intiharından sonra, Laboratuardaki tüm çalışmalarını ve kişisel bilgisayarını toplayıp götürmüştü. Herkesin atladığı şeyse eski bilgisayarının elimin altında oluşuydu. Bilgisayarın içindeki gizli tüm dosyaları görünür hale getirdikten sonra, rastgele göz, yarasa, uykusuz,unutma,tarih gibi kelimeleri aramaya başladım.Yarasa diye bir klasör buldum fakat bu da şifrelenmişti.Şifre neydi diye düşünürken  bilgisayarı bana verdiği tarihi girmek mantıklı geldi.Nede olsa ‘ o günün tarihi’ yazmıştı. Evet şifre doğruydu ve klasör açılmıştı. Klasörün içinde  ise  OKU, diye büyük harflerle yazılmış bir metin dosyasını gördüm, Bir an hareketsiz ve ürkek bir şekilde kalakaldım. Kafamda yüzlerce  soru ve kalbimde korku vardı. Alacağım cevaplar burada mıydı?  Peki bu cevapları bilmenin bedeli neydi? Kardeşim ya gerçekten intihar ettiyse ne yapardım? Yüzlerce soru ve tek bir yanıt bu belgedeydi. Elim klavyeye gitmiyordu. Titremesine engel olamıyordum artık, ne vücudumu kontrol edebiliyordum ne de düşüncelerimi. Bir an için gözlerimi kapattım, kardeşimi hayal ettim, gece rengi gözlerini, uzun ince parmaklarını, uykusuz bakan ama hep aydınlık bakışlarını… Sonra kapattım gözlerimi, kafamdaki tüm soru işaretlerini uzaklaştırdım , bir tek imge vardı şimdi kardeşimin güzel gözleri. Klavyenin tuşuna bastım. Bir tık sesi. Gözlerimi usulca açtım yazı karşımdaydı. Kardeşimin bana bıraktığı bir nottu:
      “Bu yazıyı okuyorsan şüpheli bir şekilde ölmüş olduğumu tahmin ediyorum,  Ve projenin gerçek raporları ile kamera kayıtları da bir şekilde silinmiş ya da değiştirilmiş olmalı. İtiraf ediyorum senden habersiz, bilgisayarını açıp, çalışmamın tüm güncel belgelerini ve bu notu yazdım. Annem bana kızmasın habersiz gittim diye. Hayatta bir amacım olduğuna inanırdım hep, onu buldum.
Sana özetlemem gerekirse; Sonsuzluğu değil belki ama kargalar kadar uzun yaşamanın formülünü buldum. Bildiğin gibi genetik bilimi hızla gelişmekte ve insanın gen haritasının çıkarılabilmesi 21. Yüzyılın en büyük buluşlarından biri. Fakat ne yazık ki bu projeye kadar , bu dört harften oluşan dizinin (A,T,C,G) ki bu 3 milyar harf anlamına geliyor,okunması için ortalama 9,5 yıl gerektiği ortaya konmuştu. Ben her şeyin mutlak bir ölçüyle yaratıldığına inanıyordum bilirsin. Evren bu inancımı destekleyen bir çok örneği karşıma çıkardı. Araştırmalarımı derinleştirdiğimde, Ay çiçeği, salyangoz, çam kozalağı , yüzümüzün,  parmaklarımızın arsındaki oran ve hatta Mısır piramitleri ve Leonardo da Vinci’nin meşhur tablosu Mona Lisa.  Altın oran senin de bildiğin ve popüler  kitap ve filmlere konu olmuştur . Özetlemek gerekirse  ; Kendinden önce gelen iki sayının toplamından oluşan her bir sayının dizilimiyle oluşan Fibonacci Sayılarına dayandırılan bu algoritma her bir sayının kendinden önceki sayıya bölünmesiyle hep aynı sayıyı yani Altın Oran’ı karşımıza çıkarır.
Eğer Tanrı genlerin dizilişini bulmamızı istemeseydi , bugün gen haritasını çıkarıyor olmazdık, Peki gen haritası aslında bu kadar karmaşık ve rastgele sıralanmış değil de belli bir algoritmaya göre sıralanmış ise? O zaman genlerin dizilişini 9,5 yıl’da değil ortalama bir işlemciye ve ortalama belleğe  sahip  ve Terabaytlar mertebesinde büyük veri depolama aygıtlarına yedekleyebilme özelliği olan bir bilgisayarla çözebilirdik değil mi? Böyle bir algoritmanın varlığı, tüm insanlığın gen haritasını kolayca çözüp kaydetmemizi sağlayacağı gibi, hastalık üreten genler dizilimlerini düzeltmekte ve her birey için doğru gen dizilimini de ortaya koymaya yarayacaktı. Bu proje biyo-algoritmalar, genetik bilimi ve bilgisayar bilimi ile doğanın harmanlanmasından ibarettir. Evrende her şey sıfır ve bire indirgenebilir. Çünkü mükemmel düzen Altın Oran’ı  çıkarır  karşımıza. Altın Oranı bu algoritmanın  tüm hesaplama adımları için kullandım. Karşıma çıkan şey ise  büyüleyiciydi.
Canlıların tüm fiziksel bilgisini depoladığı molekül yani DNA da altın orana dayandırılmış bir formda yaratılmıştır. Lütfen buraya dikkat et; Yaşamımızın programı olan DNA’da da düşey doğrultuda iç içe açılmış iki sarmaldan her birinin bütün yuvarlağı içindeki uzunluk 34 angström ve genişlik 21 angströmdür.(1 angström ; santimetrenin yüz milyonda biridir.) 21 ve 34 ise art arda gelen iki Fibonacci sayısından başka bir şey değildir. Ve büyük sayı ile kendinden önceki sayıyı bölme işlemine tuttuğumuzda ise kusursuz sayıya ulaşırız; Altın Oran’a.Laboratuar ‘da
Yaptığım testlerde iki tür karga’yı karşılaştırdım. Ortalama ömürleri 200-400 arasında değişen  tür ve ortalama ömrü 60 yılı geçmeyen diğer tür. Bu iki türde bu algoritmayı uyguladığımda  altın oranda sapma  60 yıl yaşayan %85 iken, diğer türde bu oran sadece %15’ti , ve her iki türe ait  ve altın oran algoritmasına uygun gen haritalarını yeniden düzenledim ve iki türün sahip olduğu gen haritasıyla kıyasladığımda bulduğum şey projemin anahtarıydı: sorunlu genler. Sorunlu genleri algoritmayla tespit edebilmeyi başarmıştım. Artık daha büyük deney ve test ortamlarında çalışmanın vakti gelmişti. Bir taraftan bu bilginin yaratacağı etkiyi düşünüp  korkuya kapılırken diğer yandan içimde keşfetmenin heyecanını taşıyordum. Sonunda bu bilgiyi Murat Hocamla paylaşmaya karar verdim. Tüm çalışmalarımın bir kopyasını teslim ettim, günlerce aramadı. Üniversiteye gelmedi, Yaklaşık bir ay sonra, proje için güvenilir bir kaynak arayışında olduğunu bildiren bir mailini aldım. Fakat beni endişelendiren bir şeyler vardı. Bir süre sonra sürekli takip edildiğim hissine kapıldım. Arabama binerken, Yolda yürürken sanki birileri hep takipteydi.  Bilirsin her şeyi yedeklemeyi severim. Dünyadaki en değerli şey veridir, ondan daha değerlisi işlenmiş veri yani bilgidir. Çalışmalarım için duyduğum endişe kendim için duyduğum korkunun önündeydi. Neticede haklı çıktım. Bu gün ben toprağın altındayken onlar insanlığın hizmetinde olacaktır.
 Bu belgeler  projenin son güncel halini içermektedir ve senden ricam, eş zamanlı olarak , tüm basın ve yayın organlarına, devletin bilim ve teknoloji üst kurullarına ve saygın üniversite ve profesörlerimize ulaştırmandır. Ancak bu şekilde ruhum huzur bulacaktır.”
Kardeşimin vasiyetini yerine getirdikten kısa bir süre sonra, yine onun odasında , çalışma masasında oturuyorum. Elimde bugünün gazeteleri ve aylık bilim dergileri var. Kahvemden bir yudum alıyorum. Gazetelere bakıyorum:

“Ölümsüzlüğün sırrı mı?”, “Genom biliminde gelinen nokta”, “Türk Bilim Adamının büyük buluşu”, “200 yıl yaşamak artık sır değil”.

Risk


             Ne kadar az şey bilirse insan sanırım daha çok mutlu oluyor, Çok fazla gerçeğe vakıf insanlara bir bakın; Mutsuzdurlar öyle görünmeseler bile mutsuzdurlar .Bildikleri o kadar gerçektir ki ve o kadar istatistikseldir ki ümitsizliken başka şansları yoktur çoğu zaman. Tabi burada tercih şansları olan bir nokta vardır ki bu mutluluğu yada bilgiyi mi seçecekleridir.Yusuf  Has Hacib’in aksine ben Mutluluk Veren Bilgi’nin olduğuna inanmıyorum olsa da bu eksik bilgidir.İnsan çok şey bilmeyi seçerse kendisini mutsuz edecek pek çok şeyi öğrenecek ve giderek karamsarlığa kapılacaktır. Zamanla daha çok düşünüp daha az kahkaha atacaktır.Mutluluğu seçerse mutlu ve cahil olacaktır. ‘Basit olan güzeldir’e dayandırabilir miyim bu düşünceyi? Hayır, bilgi mi basittir ,cehalet mi buna karar veremiyorum.Peki ya mutlu insan, o zaman bilgiden yoksun kalacaktır. Bilgiye sahip insan genel anlamda karamsar olsa bile bilgiye sahip olmaktan hayvansı bir zevk duyacağı inancındayım.En azından benim için böyle bir durum söz konusu. Beni mutsuz edecek bir veriyi alıp bilgiye dönüştürmekten duyduğum keyif inanılmaz.Tabi zevk veren herşey gibi mutluluğu garantilemiyor  bu ve sonuç da değişmiyor.O yüzden bu durumda ortalama insan olmak sanırım en mantıklı olanı. Ne tümüyle cahil ne tümüyle mutsuz, Ne tümüyle bilgili ne tümüyle mutlu.Ortalama bir işe sahip, hayat ve yaşadığı galaksi hakkında ortalama bilgiye sahip biri için mutluluk o kadar da zor olmasa gerek.Herşeyin bu kadar düz olması elbetteki bir sonucu doğurur:Sıkıcılık. Her hangi bir uc noktada olmayan bir hayat için tekdüze ifadesi kullanılırsam sanıyorum yanılmış olmam.İşte bu noktada tekdüzeliği farkeden insan ya bilgiyi seçer yada ortalama olmayı. Dünya üzerindeki insanların %30′u bana göre bu sınıfta, %69′u cehalet ve sadece %1′i bilginin peşinden gidenler sınıfında. Sanıyorum  tüm bu insanların içinde risk almay göze alan kişi sayısı da azımsanamayacak ölçüde; %70 . Bu oranı açıklamak ihtiyacı duyuyorum;  %1 ise mutsuz olmak riskini aldığı  ve %69 hiç risk almadığ için en büyük  riski göze alabilmiştir. Tutarsız gözükmesin . Hiç risk almayarak büyük bir çoğunluk en büyük riski alır herzaman. Düşünün bir tek kez hayata geldiğimiz tezini gerçek kabul edersek, Bu yapılan büyük bir risk almak değil de nedir? Sahip olduğumuzdan daha iyi bir hayatı elde edebileceğimizin farkına varmak için önce böyle bir hayat olduğunu bilmemiz gerekir. Pek çoğumuzun yaptığı ise bir kere geldiği dünyadan minimum zararla ayrılmaktır. Sanırım kendi hayatlarına verdikleri zarar da bu sebepten bu kadar büyüktür.Bir düşünün kimse sizden dünyayı kurtarmanızı beklemiyor belki ,ya da büyük bir keşif. Ama en azından insan kişisel keşfini tamamlamalıdır.            Neden varsınız? Sadece nefes alıp vermek için mi? Yemek ve uyumak için mi? Çoğalmak için mi? Yoksa düşünmek için mi yaşıyorsunuz? Varlığın amacını yahut öyle bir amaç olup olmadığını keşfetmek için mi? Bir amaç olmayabilir, yine de keşfetmeye değecek bir şeyler olduğuna inanıyorum. 

Ömür

Ömür uzanir önümüzde boylu boyunca,
Küstah bir hayat kadini misali,
Sorsak da söylemez ,
Neymis diye gerçek adi,
Hikayesi degisir her anlatisinda
İsimler degisir,
Sehirler degisir
İnsanlar degisir,
Ama sonu hep aynidir hikayelerinin
Hep bir seveni vardir ,

Bir de ruhunu kanatan dikeni...

ISTANBUL




Nasil vazgeçilir bu sehirden,
Haydarpasadan,
Ve Denizinden,
Ve Arsiz Martilarindan,
Hiç bitmeyen insan selinden,
Ya vapurlarindan,
Çok zor,
Düsünmek dahi zor,
Halt yemis Istanbul'a Orospu diyen,
Dünyanin tüm sehirleri gelip geçici ,
O bize sefkatli kollarini açan eski bir yaren...
Gitsem de biliyorum,
Döndügümde bahsetmeyecek geçmisten,
Yeni bir sayfa açacak ,
Daha temiz eskisinden!

Ölüm



Kimse dünyaya kazik çakmaz,Er geç göcecek, kendine insan diyen herkes,O yüzdendir belki kendimizi hiçbiryere ait hissetmeyisimiz.Ve hep bir tarafi eksik.Bütünü tamamlayacak olan ölümdür o yüzden. Aglayarak geldigimiz dünyadan ne hikmetse yine aglayarak gideriz çogu zaman, Ve hatta aglatarak bu defa sevdiklerimizi.Ve ne zaman ölümü düsünürsek asla hazir hissetmez kendini,hep yapacak birseyler vardir, hep daha bitirilmesi gereken isler.Hep erteleriz bu düsünceyi,Yarida birakmak hosumuza gitmez çünkü. O yüzden bilincimizin en ucra köselerine yollariz bu fikri zihnimizin.Ölüm soguk ve tatsizdir. Agzimizin tadi bozulmasin isteriz ama isler umdugumuz gibi gitmez.Ölüm belli araliklarla hatirlatmayi sever kendini.Bu araliklar çocukken daha seyrektir,yas ilerledikçe ise siklasir.Vakti hizla gelen bir trenin, gürültüsünün giderek daha net duyulmasi gibi.Bize gelmeden bazen ,uzaktan hayatina tanik olduklarimiza ugrar ve biz hafif bir iç çeker, rahmet dileriz Tanri'dan, bazen yakinimiza ugrar,çok yakinimiza ,o kadar ki bu ziyaret çok dokunur bize,aglatir,daglar içimizi. Ölüm gelir ve en akinimizdakini alir bir gün, hiçbirsey eskisi gibi olmaz o andan sonra.O günü kalbimize not ederiz, Yillar geçse de üstünden, unutamayiz asla.Deneriz belki unutmayi ama olmaz.Kimi zaman eski bir fotograf, kimi zaman bir sarki ve kimi zaman da rüyalarimiz hatirlatir bize. Anilar zihnimizde berraklasir, hatalarimizi düsünürüz, asla gerçeklestiremedigimiz hayallerimiz için derin bir iç çekeriz, ve güzel anlar, onlar güzel bir gülümsemeyle, yüzümüzdeki çizgilerin arasina karisir zaten.Ölüm bu yillarda, bilincin altina ittigimiz bir düsünce olmaktan çikar, somut ve tartisilmaz bir gerçege dönüsür.Hayatin bir parçasi olarak kabul etmeye baslari;,üzülmemize engel olmaz bu sadece çok daha gerçekçi olmaya baslamisizdir.Ölüm bizi ziyaret eder nihayet.Burnumuzun dibine dikilir. Bize verileni bizden almak için. Baslanan isi bitirmek için. Çünkü ölüm bu hayat denen seyin altin vurusudur. Biz hayata bagimliyken ,o kriz anini bekler ve son vurusunu yapar.Biz yigilirken geriye gözlerimizde  hayat dedigimiz film seridi kalir...

Gökçeada



Adalardan Gökçesi,
Tepelerinde kekik kokusu,
Ve Rum köyleri,
Çikmasi zahmetli yokuslu yollari,
Rum köylerinden biri Zeytinli,
Ve Zeytinli'de bir Türk Kahvesi,
Kahvenin Sahibi Feriha Hanim'in kedisi,
Hayir Feriha Hanim degil efendim,
Bizaati Kedinin kendisi.
Feriha Hanim kedinin sahibi,
Durun açiklayalim;
Feriha Hanim Emekli,
Ve pek maharetli,
Emeklilik günlerini geçirmek için,
Gelir bir  gün adaya,
Ada dedisek,
Adalarin en Gökçesi,
Bozcasina komsu,
Yunana bakar uzak,
Ama hep bir muhabbetle,
Ada'ya Sakiz gelir Yunan'dan,
Ve Feriha Hanim da Bursa'dan,
Feriha Hanim Yerlesir Zeytinli'ye,
Ne yapmali derken,
Aklinda bir fikir inceden,
Bir köy kahvesi,
İçinde muhallebisi,
En tatlisindan,
Amma birsey eksik;
Sakizi, Sakiz gelir Yunan'dan,
Yapmak için muhallebi,
Alir Feriha tarifi,
Dener tatlisini da begenmez kendisi,
Kalmasin diye atar Kediye,
Amma kedi de yemez,
Sonra arttirir sekeri, tazeler sütü,
Yine dener,
Atar kedinin önüne,
Amma kedi begenmez gene,
Böyle dener bir süre,
Bir gün gene atar kedinin önüne,
Kedi bu sefer yer,
Ama ne yemek öyle,
Siler de süpürür
Bu muhabbette tutar tadini,
Sakizli muhallebinin,
Ve arasindaki yakinligi kediyle kendisinin,
Bir gün birileri duyar da gelir,
Feriha Hanim'in muhallebisini,
Kedi mi söylemis acep?
Gün gelir herkes bilir
Gökçeada'nin bir kahvesi,
Kahvenin sahibi bir kedi

Sahi ya kaç yil oldu öleli Rahmetli ?

Kepler 22-b

"Birkaç hafta önce Dünya’ya sasirtici biçimde benzeyen baska bir gezegen bulunmustu. Dünya’nin 2,4 kati büyüklükte ve 600 isik yili uzakliktaki gezegene, “Kepler-22b” adi verilmisti. "
Dünya'ya tipatip benzeyen yeni bir gezegen bulundu.Adina da Kepler -22b dendi.Ne dersiniz? Hadi gidip onun da içine siçalim mi?
Mesela suyun en güzel çagladigi, yesilin hakiki yesil oldugu yerlerde HES'ler kuralim .
Mesela kirlenmemis,bakir kalmis güzel bir yerini bulup oraya nükleer enerji santralleri mi kursak?
Gitsek çirkin ve biçimsiz ,yüksek ve tekinsiz binalar mi kursak? Sonra baksak yaptiklarimizla övünsek?
Denizlerden  zehirli atik tasiyan tankerlerle mi geçsek, geçerken hoop bir deniz kazasi, o bölgede yasayan tüm
habitati skip atsak mesela bir seferde,
Fabrikalar açsak mesela, üretsek ne ürettigimizin önemi yok da pek, zehirini biraksak topraga karissa.
Ormanlarini mi yaksak, önce bir 2b sonra üstüne kisiliksiz binalardan olusan tatil köyleri,lüks oteller kursak?
Sonra canimiz sikilsa mesela diger canlilarin yavas yavas soylarinin tükenmesini büyük bir keyifle izlesek mesela?
Hayvanlari avlasak da hayvani bir keyif alsak mesela?
Ne de olsa biz insaniz, diger tüm canlilardan daha fazla hakkediyoruz tüketmeyi??

Önce yasadigimiz Dünya'yi sonra artik sirada neresi varsa...

Cay Bardagi

         İnce belli çay bardagindan tüten duman, öykünün basladigi yer. Bardak her zamanki gibi isini yapmaktadir. İçine çay koysalar da , raki bardagi bulamayip raki koyup içseler de o hiç ses etmez.Vazifesini hep layigiyla yapar.Sürekli övüyor ya bu insanlar ince belli diye, bir türlü akli almiyor çünkü ne kadar ince belli olursa ,bir o kadar kirilganlasiyor.Ama onlarin umrunda mi bir kere yaralanmaya görsün hemen yenisini koyarlar yerine ve onu da kapi önüne.Ölse kimse aglamaz da üstelik ardindan ama elinden düsürmezler onu.Çok defa aska düstü çay bardagi, Hep sevildi ve çok azina karsilik verdi.Simdi o öptügü tüm dudaklari düsünüyor da hiç iz yok. Hepsi birer güzel ani fakat silinmeye mahküm ama bir tek kisi var ki ömrünün diger yarisi; Çay. İlk aski, ilk öpücügü ve ilk gözyasini hep onunla tatti. Simdi sana kaybolan yillarini verelim deseler, hiç süpesiz yine çayi severdi.Çünkü ne zaman yalnizliktan buz kesmis hissetse kendini, imdadina kosardi o sicacik sevgisiyle sarardi onu. Ahh yaslilik iste.Yaslandikça daha fazla düsünür oldu böyle seyleri.Gençken ne kadar hizli yasardi.Az düsünür çok dolar bosalirdi.Tabi bunlar hep geçmiste kaldi.Zamanla anlik heyecanlari bir kenara atmayi da ögrendi.Ailenin önemini de daha iyi kavradi.Çay tabaginin ve kasiginin kiymeti büyük onun için.Bir çay bardagi tek basina bir hiçtir, o yüzden ailesiz yarimdir,eksiktir.         Simdi o yine öykünün basladigi yerde, masanin üstünde, çay içinde yavas yavas sogumaya baslamis, yaslilik iste o da eskisi gibi degil.Disarida soguk bir hava ve hep baktigi o masmavi denize dönük durmakta.Tüm yasanmisliklari muzaffer bir komutan edasiyla üstünde tasiyor.Bütün bu izler, insanlarin kir diye küçümsedikleri,bunlar onun ömrünün her bir günü oysa.       Ölümün yaklastigini seziyor.Çok zamandir böyle biraz hüzünlü ve hep sessiz.Eskiden kasik sangirdamasindan geçilmezdi oysa.Her yasli gibi biliyor o son güne az kalmis iste besbelli.Bu sessizlik ne kadar sürüyor bilmiyorum, bu hoyrat ve nankör insan basladigi isi hep bitirmistir yine öyle oluyor, yanlis bir hareket,önce bir singirti ve ardindan derin ,sonsuz bir sessizlik.Öykü basladigi yerde son buluyor.

Paylasmak

Acilar söz konusu oldugunda paylasamazsin,
Mutlulugu paylasirsin sevinci,güzel haberi,
Ya aciyi nasil paylasacaksin?
Hangi dost ölümün acisini hafifletebilir ki,
Hafifletemez ,
ancak zaman... 
zaman derin yarayi sizlayan ince bir çizgiye dönüs
türebilir
Zaman bile tümüyle yok edemez ,

Hep bir iz kalir

Aşk Üzerine 2


 
Elmayla armudu toplamak seninkisi,
Aşk ile  mutluluk!
Armuttaki bir gram vitamin için,
Ayıyla yüz göz etme beni!

6 Kasım 2014 Perşembe

Kitaplardan

TIMBUKTU'DAN
"RUHUN KASVETLI, KARANLIK KUYTULARINA BIRAZ GÜZELLIK KATMAK ISTERDIM.
BUNU BIR EKMEK KIZARTICISIYLA YAPABILIRSIN BIR SIIRLE YAPABILIRSIN ELINI BIR YABANCIYA UZATARAK YAPABILIRSIN.NASIL YAPTIGIN HIC ONEMLI DEGIL.
DÜNYAYI BULUNDUGUNDAN DAHA IYI BIR DURUMDA BIRAKMAK;INSANIN ELINDEN GELECEK EN IYI SEY BUDUR!"

"INSAN RUNU YAVANDIR VE ÇOGU KEZ , TOPRAK ALTINDAKI EN BASIT
BIR SOLUCAN BILE KENDINE BAKMAYI BIZDEN IYI BILIR."

"ZIHNIMIN MOBILYALARI ÜSTÜNDEKI ZEITGEIST TOZU"
"BUNDAN BASKA BIR HAYAT TATMAMISSA, HAYATI YASANILIR KILAN ÖZÜN KENDI YASADIGI HAYATIN IÇINDE
AZ MI ÇOK MU BULUNDUGUNA NASIL KARAR VEREBILIRDI?"

"IYI IYIYI DOGURUR,KÖTÜ DE KÖTÜYÜ ,IYILIGINIZE KÖTÜLÜKLE KARSILIK VERILSE BILE,
ALDIGINIZDAN DAHA IYISINI VERMEKTEN BASKA ÇARENIZ YOKTUR.YOKSA NEDEN ZAHMET
EDIP YASAMALI KI"

"DÜNYA ÖYLESINE MUCIZELERLE DOLUDUR KI INSN GÜNÜNÜ YANLIS SEYLERI
 DERT ETMEKLE GEÇIRIYORSA ACINACAK BIR DURUMDA DEMEKTIR"

"KENDISINE BAKAN O GÖZLER, ASLINDA KENDI IÇINDE OLSALARDA, GENELDE BAKILDIGINDA
HIÇ ÖNEMI YOKTU BUNUN, ÇÜNKÜ O GÖZLER,KENDINI DÜNYA YÜZÜNDE YALNIZ HISSETMEKLE YALNIZ
HISSETMEMEK ARASINDAKIFARKIN TA KENDISIYDI!"
"YILDIZLARI IÇMEK"
"HENRY, KEMIK BEY'E SEVGISININ ÖLÇÜLEBILIR BIR MADDE OLMADIGINI KANITLADI.BIR YERLERDE HERZAMAN
SEVGI BULUNABILIRDI,BIR SEVGIYI YITIRMEK DEMEK BIR BASKASINI BULAMAYACAKSIN ANLAMINA GELMIYORDU!"


-----PAUL AUSTER------------


"BIR PARÇA ZAMAN BIR PARÇA ALTIN GIBIDIR. AMA BIR PARÇA ALTINLA BIR PARÇA ZAMAN SATIN ALAMAZSINIZ!"
(ÇIN ATASÖZÜ)

"IRADESIZ DÜSÜNCE,ZIHINDE YER ALAN BIR HASTALIKTIR. DÜSÜNCEYE GEM VURMAK
ZIHNE GEM VURMAK DEMEKTIR,BU ISE RÜZGARI ZAPTETMEKTEN DE ZORDUR"
M.GANDI

"HAYATTAKI BASARISIZLIKLARIN ÇOGU INSANLARIN BASARIYA NE KADAR YAKIN
OLDUKLARININ FARKINDA OLMADAN O SEYDEN VAZGECTIKLERINDE YASANIR"
THOMAS EDISON

"SORU DA BILGIDEN DOGAR CEVAP DA"
(MEVLANA)

"MITAKU OYASIN"
HEPIMIZ KARDESIZ

--------------------------------------
En Uzak Mesafe
Ne AfrikadIr
Ne Çin
Ne Hindistan
Ne seyyareler
Ne de yIldIzlar geceleri ISIldayan
En uzak mesafe
Iki kafa arasIndadIr birbirini anlamayan

Can YÜCEL
---------------------------------------


Recycling

Human beings like recyclable bottles ,
our recycling sign is our destiny,
We came from the soil and will  turn back to soil !

Distance- To whom living far from their families!

Distance teaches us something;
The most important things that you cannot replace with anything else are family and health,
And that is ironic realizing the importance of family when you are far away from them about 10.000 kilometres by plane!
There is a moment that you start to love things which you were complaining about in the past,
when your mother is worried about you just because your sound is sleepy!


My mother is more effective than the pills that i took for my depression,


And she can heal me just when she asked me : “ Are you ok?, my child”


Unfortunately we as human can realize the value of things we have, when we certainly lost them


Happiness of having someone to say “ I love you! “ after waking from horrible nightmare


and realizing that you cannot buy this happiness with any currency in the world,


When your brothers,sisters whom you were having arguments all the time now say that “ how funny arguments we had !“


and realizing that it is a way to say “ I missed you so much “


The times when you feel stronger are actually the times that you are likely to be most fragile!


Finding out that going abroad is the tough way of discovering your power, weakness and your fears coming from your childhood.


Without rolling into deep, you can not discover yourself literally!


And the best way of discoveries is being alone in a foreign country


I learned all of these...


The distance taught me one more thing ;


You can only understand where you belong when you are gone...


You can only learn the real meanings of “ home “ and “ homesickness” with distance


until that moment you went, they are just words.


Human has a wierd learning system


“ Learning By Losing “


The other way for learning without losing is lack of access!


Being far away...


I had been hearing that being far away from home could make us close to things we have !


I can understand now!


Feelings!

FEELINGS
We can forget every moment  we had,
The most delicious meal we ate,
The most beautiful city we saw,
And the most terrific smell we sniffed,
There is just one thing we cannot forget ;
the things we felt once upon a time.
just because they are more real than everything in life
so that;
while every tiny details are getting blurry,
our feelings become more shinny!!
Because of that;
his face which  you mentioned as  you had forgot
comes to your mind suddenly
maybe you cannot memorize
the exact time you saw him lastly,
maybe you cannot memorize ;
the place where you met ,
the people who introduced you ,
or  what he did say to you firstly!
the things you thought hundreds of times
while you were together,
now , they are just little details


But the things you felt with your whole heart,
they are like picture of the mosque
, which is standing in front of a city silhouette,
they are your  beliefs, prayers and your  temples!
And they are more real than everything you have .