13 Kasım 2014 Perşembe

Kusursuz Sayi

                    “Odanın karanlığında  kapıyı aralıyorum. Bu karanlık gözü kör edecek kadar güçlü ve oda sen kokuyor . Öleli bir yıl oluyor ve ancak cesaret edip açabiliyorum odanın kapısını. Ah Tanrım!  Biliyorum isyan etmek olmaz, ama neden biz demekten kendimi alamıyorum. Odaya göz gezdiriyorum öylece, kitaplığına takılıyor gözlerim, sahi ne çok kitap okurdun sen, Kuantum Fiziği, Zamanda Yolculuk, Sonsuz Yaşam, Genetik  Bilimi, Evren’in Gizemi , Boşluk, Karanlık Madde ve en sevdiklerin; Kriptoloji, Sıfır ve Bir, Mantığın Temelleri.  Kitaplığının yanındaki çalışma masana ilişiyor gözlerim, çok sevdiğin bilgisayarın, ne büyük keyifle çalışırdın geceleri, yarasa gibi sabahlara kadar elinde kahve, sürekli notlar alırdın. Söz dinlemezdin, bazen kızardım sana , Kardeşim ! Yine yanımda olman için neler vermezdim.  Yetmiyordu gündüzleri çalışman değil mi ?  “Evren büyük sırlarla dolu ve ben çözmek için varım “  derdin. Zaten daha çok küçükken biliyorduk ya zekiydin işte ve yaşamak için bir amacı olanlardandın. Peki ya ölmek için de bir amacın var mıydı kardeşim? Senin o kıyamadığın bilgisayarın her yanı tozla kaplı, görsen nasıl üzülürdün. Bak bilgisayarını açıyorum hala kızıyor musun buna? Gülüyor mu bana bakan gözlerin? Sen hep neşeli, hayat dolu kardeşim, ölümü kabul eder insan ;İnanırız geldiğimiz yere döneceğimize elbette ,ama intiharın ;bu bizi yaşarken öldürdü hem de her gün. Annem ,sen öldükten sonra bir daha asla konuşmadı. Neye çok kızdı hiç bilemedik. İntihar etmene mi? Haber vermeden gitmene mi? Bilemem. Haberi ilk aldığım günü hatırlıyorum. Tez hocan, çalışma arkadaşın Mehmet aradı beni ,annemi aramaya cesaret edememiş. Geç saatlere kadar sesin çıkmayınca, seni merak edip Laboratuar’a girdiklerinde seni yerde kolundan akan kan gölü içerisinde yatar halde  bulmuşlar. Haykırdım: “Buna inanmamı beklemeyin benden, Tuna yapmaz böyle bir şey, İntihar etmesi için bir sebep yok, hep mutlu bir çocuktu ,mutlu…”  ,Haykırdım kardeşim ve duyan olmadı, sustular sadece. İnanmamakta direndim ,  İntihar etmiş olamazdın polis inceleme başlattı, fakat ölümünün cinayet olduğuna dair hiçbir şey bulamadılar.Laboratuar’ın girişindeki kamera görüntülerinde  başka hiç kimsenin odaya girip çıktığına dair bir iz bulunamadı. Zaten kamera ve güvenlik sistemiyle her daim alay ederdin sen, hatırlıyorum da; Kameraların tümü birbirini görecek şekilde ve kör noktasız bir kayıt almalıdır fakat o kadar sembolik ki yerleştirilmeleri,  zekadan uzak ve kör noktalarla dolu derdin. Söylediklerini anlattım polise ama acıyan gözler dışında bir yanıt alamadım. Sen ölmedin ben biliyorum  kardeşim, öldürüldün. Kimse inanmasa da bu böyle.  Biz biliyoruz kimse bilmese de değil mi? Sen ,ben bir de seni öldüren/öldürenler.Yine de aklım almıyor, neden seni öldürmek ister bir insan evladı?  Kimseye zararın yoktu ki, bilimin peşinden koşardın, ne beni ne annemi kırardın. Babam yıllar önce, daha o da ölmemişken derdi ki: Oğlum ,  bir gün büyük bir adam olup bu ülkeye hizmet edeceksin, Seninle hep gurur duyacağız. Sahi babamı gördün mü kardeşim? Hala seni neden öldürdüklerini bilmiyorum ve neden benden başka kimsenin bu olayın üstüne gitmediğinin de. Resmi ölüm raporunda, ruhsal patalojik sebepler bulunabileceği, çok az insanda görülen  dehalık  sınırında bir zekaya sahip bazı insanların, Dehalık ve Şizofreni arasındaki çizgi de sıklıkla yer değiştirebildiği ve bu durumun da çoğu zaman kişinin ve yakınlarının farkına varmadan hızla seyredebildiği yazılmıştı. Bunlar bir yana inançların intihar etmene müsaade etmezdi. Başka bir sebep var kardeşim biliyorum ve bunu bulacağım. Şimdilik elveda kardeşim.”

             Kardeşime yazdığım mektubu, geleceğe mektup gönderen sitelerin birinden postalıyorum, Yaşadığımız acıları unutmamak için kendime göndereceğim. Vazgeçmemek için. Maillerimi kontrol ederken bir maile takılıyor gözüm, donup kalıyorum. Mail ölen kardeşimden gelmiş gözüküyor. Tarihini kontrol ediyorum  17.10.2011 kardeşim öldükten tam bir yıl sonra ; yani bugün.Biraz düşündüğümde  Tuna ölmeden sekiz ay kadar önce ,kendisinden, böyle bir sürpriz mail gelebileceğinden bahsetmişti. Ne demişti sahi:”Anlamsız gelmesini umarım, Eğer seni düşündürürse bu işlerin benim için iyi gitmediğini gösterir.” Ne saçmalıyorsun Tuna dediğimde, gülen güzel gözlerini dikip yüzüme: “Aldırma abla ,  dalga geçiyorum işte, beni bilirsin” deyip geçiştirmişti.Bahsettiği mail bu olmalıydı. Bunun soruların cevabını bulabilmem için bir  anahtar olmasını ümit ederek maili açtım . Mailde  karmaşık , bir dizi rakamdan oluşan bir yazı vardı ve altında kısa bir not: “Ablacığım, Tarih senin uzmanlık alanın,özellikle  Antik Yunan, ve Türkçe’ nin kullanımına hep özen gösterirsin! “ .Not beni allak bullak etti, Gece gözüme bir damla uyku girmeden mailden gözümü ayırmadım. Ne demek istemişti, Antik Yunan ve Türkçe koyu puntolarla yazılmıştı. Masada uyuya kalmışım neden sonra uyandığımda saat üçü geçiyordu. Böyle bir maili göndermesindeki amaç ne olabilirdi? Bu sayılar bir şeyin bilgisiydi ama anlaşılmayacak bir şekilde verilmişti. o zaman bir şifreydi belki. Diyelim ki şifreydi, Antik Yunan ve Türkçe ‘nin nasıl bir ilişkisi olabilirdi. Bir duş almak iyi gele bilir diye düşündüm , O kadar çaresiz hissediyordum ki Arsimet gibi belki ben de ‘Eureka’ diyebilmeyi ümit ettim.Duştan sonra internette bir araştırma yapmaya karar verdim. Tarihten bugüne  şifreleme  algoritmalarını incelemeye başladım.  Gözüme  ilk takılan ve dikkatimi çeken birinin kişisel sayfasında yayınladığı ve bilimsel makalelerden alıntıladığı yazılar oldu. Sitenin hangi kaynak tarafından yayınlandığını bulmak için alan adı hizmetini alan  kişinin fatura bilgilerine ulaşmaya karar verdim ve bulduğum bilgi şaşırtıcıydı. Site kardeşimin  adına kayıtlıydı. Hiç bahsetmemişti böyle bir kişisel sitesi olduğundan. Doğru iz üstünde olduğumu fark ettiğim an iliklerime kadar titredim. Yorgunluğumu ve uykusuzluğumu unutmuştum. Site’de bir makale Antik Yunan’da ticaretin ve savaşların  yoğunluğunun ,haber alış verişi için şifrelemeyi zorunlu hale kıldığını anlatıyordu ve dikkat kesilmeme sebep olan  Polibyus Algoritması idi. Çünkü kardeşim Türkçe için de uygulanabilir basit bir algoritma olduğunu yazmış. Algoritma bir satır ve bir sütundan oluşacak şekilde rakamların sırayla yerleştirilmesi ve harflerin bu satır ve sütunların kesiştiği sırada A,Z’ ye sıralanması mantığına dayanıyordu.  Hemen  masada bulduğum kağıt kalemi alıp  tabloyu oluşturdum ve harfleri yerleştirdim. Alfabedeki  benzeş C,Ç ve G,Ğ gibi harfler aynı satır ve sütuna gelecek şekilde dizdiğimde kusursuz 5X5 ‘lik bir matris oluştu . Derin bir nefes alıp birkaç dakika hiçbir şey yapmadım, sadece baktım. Kendimi toparlayabildiğimde saat çoktan dokuzu bulmuştu ve Şirketi arayarak rahatsızlandığımı ve işe gelemeyeceğimi bildirdim. Sonra tekrar çalışma masasına geçtim. Verdiği rakamları alfabedeki harflere dönüştürdükçe, anlamlı kelimeler belirdi önce ve sonra da bir cümle:
“Yarasanın gözleri üzerinde unutma, o günün tarihi”
Bir süre anlamsız bir ifadeyle bakakaldım. Ne demek istemişti? Odanın etrafında gezinmeye başladım, hapishanede yatan bir tutsak gibi bu cümleye tutsak kalmıştık hem ben hem de kardeşim. Çözmek için yeterince vakit kaybetmiştim. Senin Odanın kapısına gözüm takıldı, sonra yanındaki odaya, salonda bir yandan diğer yana dolaşırken, başım döndü ve tökezleyerek salondaki koltuklardan birine yığıldım. Tam da bu anda zihnimde bu cümleyi duyduğum gün belirdi. Üniversite’deki projesi için biriktirdiği tüm parayı, yeni ve kendi tabiriyle canavar bir bilgisayara yatırmıştı, Eskisini de bana bırakmıştı, geceleri uykusuz kaldığı için biz ona yarasa derdik ve o gün Yarasanın gözleri üzerinde unutma abla, eski bilgisayarıma iyi bak demişti. Deli misin Tuna, artık benim kızım o deyip çıkışmıştım şifresini kaldırıp, bilgisayarı temizleyip verdiğini söylemişti. Artık somut bir şeyler vardı elimde. Sabahtan beri ekranına baktığım bu bilgisayar aydınlatabilir miydi?  Sonundaki yazı ne demekti öyle O günün tarihi ne işe yarayacaktı? Polis kardeşimin sözde intiharından sonra, Laboratuardaki tüm çalışmalarını ve kişisel bilgisayarını toplayıp götürmüştü. Herkesin atladığı şeyse eski bilgisayarının elimin altında oluşuydu. Bilgisayarın içindeki gizli tüm dosyaları görünür hale getirdikten sonra, rastgele göz, yarasa, uykusuz,unutma,tarih gibi kelimeleri aramaya başladım.Yarasa diye bir klasör buldum fakat bu da şifrelenmişti.Şifre neydi diye düşünürken  bilgisayarı bana verdiği tarihi girmek mantıklı geldi.Nede olsa ‘ o günün tarihi’ yazmıştı. Evet şifre doğruydu ve klasör açılmıştı. Klasörün içinde  ise  OKU, diye büyük harflerle yazılmış bir metin dosyasını gördüm, Bir an hareketsiz ve ürkek bir şekilde kalakaldım. Kafamda yüzlerce  soru ve kalbimde korku vardı. Alacağım cevaplar burada mıydı?  Peki bu cevapları bilmenin bedeli neydi? Kardeşim ya gerçekten intihar ettiyse ne yapardım? Yüzlerce soru ve tek bir yanıt bu belgedeydi. Elim klavyeye gitmiyordu. Titremesine engel olamıyordum artık, ne vücudumu kontrol edebiliyordum ne de düşüncelerimi. Bir an için gözlerimi kapattım, kardeşimi hayal ettim, gece rengi gözlerini, uzun ince parmaklarını, uykusuz bakan ama hep aydınlık bakışlarını… Sonra kapattım gözlerimi, kafamdaki tüm soru işaretlerini uzaklaştırdım , bir tek imge vardı şimdi kardeşimin güzel gözleri. Klavyenin tuşuna bastım. Bir tık sesi. Gözlerimi usulca açtım yazı karşımdaydı. Kardeşimin bana bıraktığı bir nottu:
      “Bu yazıyı okuyorsan şüpheli bir şekilde ölmüş olduğumu tahmin ediyorum,  Ve projenin gerçek raporları ile kamera kayıtları da bir şekilde silinmiş ya da değiştirilmiş olmalı. İtiraf ediyorum senden habersiz, bilgisayarını açıp, çalışmamın tüm güncel belgelerini ve bu notu yazdım. Annem bana kızmasın habersiz gittim diye. Hayatta bir amacım olduğuna inanırdım hep, onu buldum.
Sana özetlemem gerekirse; Sonsuzluğu değil belki ama kargalar kadar uzun yaşamanın formülünü buldum. Bildiğin gibi genetik bilimi hızla gelişmekte ve insanın gen haritasının çıkarılabilmesi 21. Yüzyılın en büyük buluşlarından biri. Fakat ne yazık ki bu projeye kadar , bu dört harften oluşan dizinin (A,T,C,G) ki bu 3 milyar harf anlamına geliyor,okunması için ortalama 9,5 yıl gerektiği ortaya konmuştu. Ben her şeyin mutlak bir ölçüyle yaratıldığına inanıyordum bilirsin. Evren bu inancımı destekleyen bir çok örneği karşıma çıkardı. Araştırmalarımı derinleştirdiğimde, Ay çiçeği, salyangoz, çam kozalağı , yüzümüzün,  parmaklarımızın arsındaki oran ve hatta Mısır piramitleri ve Leonardo da Vinci’nin meşhur tablosu Mona Lisa.  Altın oran senin de bildiğin ve popüler  kitap ve filmlere konu olmuştur . Özetlemek gerekirse  ; Kendinden önce gelen iki sayının toplamından oluşan her bir sayının dizilimiyle oluşan Fibonacci Sayılarına dayandırılan bu algoritma her bir sayının kendinden önceki sayıya bölünmesiyle hep aynı sayıyı yani Altın Oran’ı karşımıza çıkarır.
Eğer Tanrı genlerin dizilişini bulmamızı istemeseydi , bugün gen haritasını çıkarıyor olmazdık, Peki gen haritası aslında bu kadar karmaşık ve rastgele sıralanmış değil de belli bir algoritmaya göre sıralanmış ise? O zaman genlerin dizilişini 9,5 yıl’da değil ortalama bir işlemciye ve ortalama belleğe  sahip  ve Terabaytlar mertebesinde büyük veri depolama aygıtlarına yedekleyebilme özelliği olan bir bilgisayarla çözebilirdik değil mi? Böyle bir algoritmanın varlığı, tüm insanlığın gen haritasını kolayca çözüp kaydetmemizi sağlayacağı gibi, hastalık üreten genler dizilimlerini düzeltmekte ve her birey için doğru gen dizilimini de ortaya koymaya yarayacaktı. Bu proje biyo-algoritmalar, genetik bilimi ve bilgisayar bilimi ile doğanın harmanlanmasından ibarettir. Evrende her şey sıfır ve bire indirgenebilir. Çünkü mükemmel düzen Altın Oran’ı  çıkarır  karşımıza. Altın Oranı bu algoritmanın  tüm hesaplama adımları için kullandım. Karşıma çıkan şey ise  büyüleyiciydi.
Canlıların tüm fiziksel bilgisini depoladığı molekül yani DNA da altın orana dayandırılmış bir formda yaratılmıştır. Lütfen buraya dikkat et; Yaşamımızın programı olan DNA’da da düşey doğrultuda iç içe açılmış iki sarmaldan her birinin bütün yuvarlağı içindeki uzunluk 34 angström ve genişlik 21 angströmdür.(1 angström ; santimetrenin yüz milyonda biridir.) 21 ve 34 ise art arda gelen iki Fibonacci sayısından başka bir şey değildir. Ve büyük sayı ile kendinden önceki sayıyı bölme işlemine tuttuğumuzda ise kusursuz sayıya ulaşırız; Altın Oran’a.Laboratuar ‘da
Yaptığım testlerde iki tür karga’yı karşılaştırdım. Ortalama ömürleri 200-400 arasında değişen  tür ve ortalama ömrü 60 yılı geçmeyen diğer tür. Bu iki türde bu algoritmayı uyguladığımda  altın oranda sapma  60 yıl yaşayan %85 iken, diğer türde bu oran sadece %15’ti , ve her iki türe ait  ve altın oran algoritmasına uygun gen haritalarını yeniden düzenledim ve iki türün sahip olduğu gen haritasıyla kıyasladığımda bulduğum şey projemin anahtarıydı: sorunlu genler. Sorunlu genleri algoritmayla tespit edebilmeyi başarmıştım. Artık daha büyük deney ve test ortamlarında çalışmanın vakti gelmişti. Bir taraftan bu bilginin yaratacağı etkiyi düşünüp  korkuya kapılırken diğer yandan içimde keşfetmenin heyecanını taşıyordum. Sonunda bu bilgiyi Murat Hocamla paylaşmaya karar verdim. Tüm çalışmalarımın bir kopyasını teslim ettim, günlerce aramadı. Üniversiteye gelmedi, Yaklaşık bir ay sonra, proje için güvenilir bir kaynak arayışında olduğunu bildiren bir mailini aldım. Fakat beni endişelendiren bir şeyler vardı. Bir süre sonra sürekli takip edildiğim hissine kapıldım. Arabama binerken, Yolda yürürken sanki birileri hep takipteydi.  Bilirsin her şeyi yedeklemeyi severim. Dünyadaki en değerli şey veridir, ondan daha değerlisi işlenmiş veri yani bilgidir. Çalışmalarım için duyduğum endişe kendim için duyduğum korkunun önündeydi. Neticede haklı çıktım. Bu gün ben toprağın altındayken onlar insanlığın hizmetinde olacaktır.
 Bu belgeler  projenin son güncel halini içermektedir ve senden ricam, eş zamanlı olarak , tüm basın ve yayın organlarına, devletin bilim ve teknoloji üst kurullarına ve saygın üniversite ve profesörlerimize ulaştırmandır. Ancak bu şekilde ruhum huzur bulacaktır.”
Kardeşimin vasiyetini yerine getirdikten kısa bir süre sonra, yine onun odasında , çalışma masasında oturuyorum. Elimde bugünün gazeteleri ve aylık bilim dergileri var. Kahvemden bir yudum alıyorum. Gazetelere bakıyorum:

“Ölümsüzlüğün sırrı mı?”, “Genom biliminde gelinen nokta”, “Türk Bilim Adamının büyük buluşu”, “200 yıl yaşamak artık sır değil”.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder